Wikileaks'te yer alan Türkiye konulu belgeleri yayımlayan Taraf gazetesi, 20 Mayıs 2004 tarihli ve dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman'ın "Türkiye’nin Siyasi İstikrarsızlığı: Gerilimler Yüzeyi Kırıyor" başlığıyla kaleme aldığı kriptoya yer verdi. Eric Edelman, kriptoda, "Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Cemil Çiçek ve 30 adamı, Türk Silahlı Kuvvetleri'yle (TSK) ortak hareket ederek Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı yalnızlaştırmaya çalıştığını" söyledi.
Taraf gazetesinde "Erdoğan'a karşı ordu-Çiçek elele" başlığıyla yayımlanan (26 Nisan 2011) birebir Wikileaks tercümesi şöyle:
Erdoğan'a karşı ordu-Çiçek elele
ABD’li diplomatlara göre Cemil Çiçek ve 30 adamı, ordu ile ortak hareket ederek Erdoğan’ı iyice yalnızlaştırmaya çalışıyor.
1981’de Yale Üniversitesi’nde Amerikan Siyasi Tarihi üzerine doktorasını tamamladığında henüz otuz yaşında olan Eric Edelman, 1992’de nispeten geç sayılabilecek bir yaşta adım attığı diplomatik kariyerinde en tepeye kadar tırmandıysa da, onun meslekî hayatı bir diplomatınkinden ziyade, bir siyasetçininki gibi şekillendi. Edelman, 22 Temmuz 2003’te Washington’da ABD’nin Ankara Büyükelçisi olarak yemin ederken törenin başkanlığını ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney yapıyordu. Nitekim Edelman Ankara’ya, doğrudan Cheney’nin ofisinden geliyordu; 2001-2003 arasında Cheney’nin Ulusal Güvenlik İşlerinden sorumlu danışmanı olarak görev yapmıştı ve Irak Savaşı’nın fikirsel mimarlarından biriydi. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilişi ertesinde Edelman’ın Ankara’ya tayin edilmesi ve 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de yaşanan “çuval” olayından birkaç hafta sonra bu görevi resmen üstlenmesi, Bush yönetiminin Türkiye’ye verdiği siyasi önemin de bir göstergesiydi aslında. Edelman ise belki de kendinden bekleneni yaptı; Ankara’daki seleflerinden ve –zamanla görüleceği gibi— haleflerinden farklı olarak, “ABD’nin Büyükelçisi” olmanın ötesinde, aynı zamanda daha dar tanımlı bir siyasi zihniyetin de temsilcisi gibi davrandı. Baştan itibaren, AKP hükümetine mesafeli ve 11 Eylül saldırılarının yarattığı derin sarsıntının da etkisiyle, İslam’a karşı epeyce kuşkuluydu. “WikiLeaks Türkiye Belgeleri” kapsamında, Edelman’ın kaleminden çıkan gizli telgrafları okurken, bütün bunların işaretlerini görmek ve Edelman’ı, Başbakan Erdoğan’dan randevu almak için haftalarca bekleme, nihayetinde de Türkiye’den ayrılma noktasına getiren “siyasi” gerginliğin ipuçlarını bulmak mümkün. Biz, bugün Edelman’ın siyasi yorumculuğunun yanı sıra, bu yorumları yaparken kimlerden, nasıl etkilendiğini de ortaya koyan bir kripto yayımlıyoruz.
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın 20 Mayıs 2004’te kaleme aldığı “GİZLİ” telgrafın başlığı, “Türkiye’nin Siyasi İstikrarsızlığı: Gerilimler Yüzeyi Kırıyor.” Telgrafın tam metni şöyle:
(1) ÖZET: Türkiye, eğitimde reform tartışmasının sonucu olarak artan bir siyasi gerginlik dönemine giriyor. Başbakan Erdoğan, kendi AK Parti’sinin içinden ve Türk ordusundan sürekli bir baskı altında kalacak. “Laik” müesses nizamın nispeten “liberal” üyeleri bile AKP’nin gündemini yeniden sorgularken, Erdoğan ve AKP de gerginlikler gösteriyor. Erdoğan’ın siyasi sermayeyi kullanma yeteneği azaldı ve ABD’nin Türkiye’ye ilişkin hedeflerinin de, yeniden iç politika alanında manipülasyona uğrama ihtimali var. Gerçekten laik bir Türkiye yerine “ılımlı İslamî” bir Türkiye peşindeymişiz ya da askeriyeye iç politika manevralarında sarı ışık dahi yakıyormuşuz gibi görünmekten(yeşil ışık asla yakmamalıyız anlamını da içeriyor) uzak durmalıyız. Türkiye’nin AB üyeliği bu mücadelede başlıca dizginleyici güç olmaya devam ediyor. ÖZETİN SONU.
MANTIKLI ÇÖZÜMLERDE BİLE ANLAŞMA SAĞLANAMIYOR
(2) Başbakan Erdoğan, “laik” Türk müesses nizamına meydan okuyarak, müesses nizamın “laik” Türkiye’nin temel değerleri olarak tanımladığı şeyi tehdit eden bir İslamileştirme gündeminin işareti gibi gördüğü eğitim reform yasasını geçirmekte ısrar ediyor. Erdoğan’ın yaklaşımı, geleneksel müesses nizamın Erdoğan ve onun Anadolu yönelimli, İslam’dan etkilenmiş AKP’sine duyduğu derin güvensizliği yüzeye taşıdı. Biz, Cumhurbaşkanı Sezer’in bu yasayı veto etmesini bekliyoruz; eğer Erdoğan, yasayı geçirmekte yine ısrarcı olursa (Devlet’in husumetini daha da keskinleştirirse) Sezer’in, konuyu Anayasa Mahkemesi’ne götürmesi için ana muhalefetteki CHP ile işbirliği yapmasını da bekliyoruz.
(3) Referanstaki A ve B belgelerinin de işaret ettiği gibi (bu belgeler telgrafın metninde yer almıyor), söz konusu reform yasası, yüksek öğrenimi daha kolay erişilebilir ve daha anlamlı bir hale getirmeyi ve, liselerindeki uzmanlık alanı dışındaki alanlarda üniversite eğitimi görmek isteyen lise mezunlarına (özellikle de imam hatip mezunlarına)yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırmayı hedefliyor. AKP’nin izlenmesi için bastırdığı yol, dinî liseleri (imam hatipler kastediliyor) daha cazip kılmaya hizmet edebilir ama bunun, dinî eğitimin şu anki dengesiz kalitesinde herhangi bir iyileşme sağlaması ya da yüksek öğrenimin kalitesini ve erişilebilirliğini arttırması beklenmiyor.
ERDOĞAN VE AK PARTİ’NİN DENGESİ BOZULDU
(4) AKP liderliği, hem seçmene hem kendi parlamento grubuna karşı, hem de, her ne kadar böyle bir diyalogun zorluğu şu ana dek görülmüş de olsa, devlet gücünün diğer merkezleriyle tutarlı bir diyalog sürdürüp eşgüdüm sağlamak suretiyle niyetlerini ve hedeflerini açık bir şekilde ortaya koymayı reddediyor. AKP’de irtibatta olduğumuz kişilerin geniş bir kısmı, pasif biçimde bile olsa, halkla ilişkiler (PR) alanındaki bu zaafın bir sorun olduğunu hemen kabul ediyor. AKP’nin bu reformu (teknik lise mezunlarının üniversiteye girişini kolaylaştıracak olan katsayı düzenlemesi kastediliyor), Ekim 2003’te geri çektikten sonra, şimdi tekrar gündeme sokmasının nedenleri açık değil. Bazıları, bunun kısmen, Mart 2004 yerel seçimlerinde İslamî Saadet Partisi’nin oylarında yükselme olduğunu gördükten sonra, parti tabanındaki (AKP tabanı kastediliyor) İslamî unsurların bastırılmış beklentilerine cevap vermek arzusundan kaynaklandığı tahmininde bulunuyor.
(5) Erdoğan, kendisini partisinden de, siyasi gelişmeler, Türk Genelkurmayı’nın ve Devlet’in diğer temel unsurlarının niyetleri ve iktisadî/mali gelişmeler konusunda geniş, taze ve doğru bir enformasyon akışından da uzak tutuyor; Akşam’ın Ankara Temsilcisi’nin –gazeteci Nuray Başaran kastediliyor–kısa süre önce yazdığı köşe yazısı—“Erdoğan’ın Stratejik İzolasyonu”– partililer tarafından yaygın biçimde okundu ve isabetli bulundu. Erdoğan, AKP meclis grubunu kamuoyu önünde küçük düşürerek sorunlarını pekiştirdi: Milletvekilleri, onun, kendilerini sadece “dolgu malzemesi” olarak gören kibrini hakaret sayıyor. Kendisine yakın olan kabine üyelerini bile yabancılaştırdı. Bu son noktada, irtibatta olduğumuz iki kişi bize, 10 mayıstaki kabine toplantısında Erdoğan’ın Ulaştırma Bakanı (Binali) Yıldırım’ı hor gören bir edayla şirketlerin özel uçaklarına binme tekliflerini kabul etmekten vazgeçmesini söylediğini ve Maliye Bakanı (Kemal) Unakıtan’a, “Bu senin o küçük mısır işine benzemez” (Unakıtan’ın oğlunun ithalat vergisinde artış olmasından hemen önce içeriden aldığı bilgiyi kullanarak mısır ithal edip, düşeş kazanç sağlamasına atfen) diyerek alaylı bir şekilde mali durumu düzeltme talimatı verdiğini anlattılar. (6) Erdoğan bazen, Türkiye’yi yönetmesi için Tanrı buyruğuyla görevlendirilmiş biri gibi bir hava yayıyor çevresine. Hâlâ mutlak güce susamış bir halde. O ve partisi, silahlı kuvvetlerin hâlâ önemli bir nüfuza sahip ve hesaba katılması gereken bir siyasi güç olduğu gerçeğiyle akıllıca başa çıkmayı beceremediler.
TÜRK ORDUSU AKP’NİN ZAAFINI İSTİSMAR EDİYOR
(7) Genelkurmay Başkanı (Hilmi) Özkök’ün nisan ortasında, askeriyenin kırmızı çizgileri konusunda yaptığı uyarıları, Erdoğan’ın eğitim reformu taslağı üzerinden statükoya kafa tutmakta ısrar etmesine cevaben daha da açık sözlü bir Genelkurmay uyarısı izlemişti. Türk Genelkurmayı, Türk kamuoyunun muhtemel AB üyeliğine verdiği destek ve darbelere duyduğu tepkiyle dizginlenmiş gibi görünüyor. Bu nedenle, siyaset sahnesini manipüle etme arayışındaki Türk Genelkurmayı, artık bir darbenin de, 1997’de İslamcı Başbakan Necmettin Erbakan’ı görevden uzaklaştırmayı sağlamakta kullanılan post-modern darbeye (“28 Şubat süreci”) eşdeğer bir şeyin de ötesine bakıyor. Yorumcuların post-postmodern yaklaşım diye adlandırmaya başladıkları şeyle, emekli ve bazı muvazzaf üst rütbeli subaylar, hem alternatif güç merkezleri yaratmak hem de AKP’deki mevcut çatlakları büyütmek ve Erdoğan’ın parti içinde daha fazla yalnız kalmasına yol açmak için çalışıyorlar.
(8) Adalet Bakanı Cemil Çiçek, kendisinin ve otuz milletvekilinden oluşan fraksiyonunun Erdoğan’ı daha fazla çatışmaya sokma çabalarından ordunun da haberdar ve bu çabaların parçası olduğunu, Akşam’ın Ankara Temsilcisi Nuray Başaran’la özel konuşmasında aktardı. Dışişleri Bakanı Gül’ün en yakın müttefiklerinden biri olan AKP Grup Başkanvekili Salih Kapusuz bize irtibatta olduğumuz başka kişilerden de duyduğumuz bir şeyi doğruladı: Bu da, kendisinin ve kuvvetle ima ettiği üzere Gül’ün, emekli orgeneral eski MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç ile doğrudan temasta olduğuydu. Erdoğan’la gayet kontrollü ama rekabetçi bir ilişkisi olan ve, makul dış görünümü altında Gül’ün çok daha kararlı bir İslamcı olduğu sonucuna varması öncesinde Türk Genelkurmayı’nın Erdoğan’a tercih ettiği Gül, Erdoğan’ı Çiçek’e kıyasla daha uyumlu bir şekilde manipüle etmeye çalışıyor. Ancak Gül ve onun gibi düşünen 25 milletvekilinin, 10 mayısta Erbakan’ın 1997’de orduya aldırış etmemesinin bedelini hatırlatma çabası, Erdoğan tarafından duymazdan gelindi.
LİBERAL MÜESSES NİZAM NEREDE DURUYOR?
(9) Laik müesses nizamın nispeten aydın kesitinin önde gelenlerinden giderek daha çok sayıda kişinin, orduyla AKP arasındaki uçurumun ne kadar ciddi olduğunu, AKP’nin büyük meselelerdeki zamanlamasını ve odaklanmasını düzeltemeyeceğini ya da düzeltmeyeceğini, veya AKP’nin ivmesini nasıl kaybettiğini farkettiklerini görüyoruz.
(10) Katı bir laikçi olan ama ordunun müdahale etmesini isteyen sertlik yanlısı Kemalist çizgiyi hiç desteklemeyen Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan (şu andaki Washington Büyükelçisi), 13 mayısta bize AKP-ordu gerginliğinin çok ciddi olduğunu söyledi. AKP’nin uzun zamandır ihtiyacı duyulan reformların motoru olacağını ümit etmiş olan ve evvelden beri açık toplumu savunan bir grup önde gelen ılımlı laikçi (Türkiye Ekonomi Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Hasan Çolakoğlu, akademisyen ve köşe yazarı Soli Özel, eski büyükelçi ve önde gelen STK temsilcisi Özdem Sanberk, eski Hazine Müsteşarı Faik Öztrak, Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Şükrü Binay) 12 mayısta, periyodik olarak yaptıkları kapalı toplantılardan birinde, Türkiye’nin istikbalinin –özellikle de NATO’nun geleceği ve Irak gibi önemli dış politika meselelerinin– bundan böyle AKP’ye değil, Türk askeriyesinin ABD ile ilişkisinin ne kadar yakın olduğuna bağlı olacağına karar verdiler. Kitlesel bir tiraja sahip ve yolsuzluk soruşturmalarından kendini koruyabilmek için Erdoğan’ın iyiniyetine güvenen bir medya grubuna ait olan Hürriyet’in yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, 9 mayıstaki köşe yazısını Erdoğan’ın karısı Emine’yi, Erdoğanların kısa süre önce Atina’ya yaptıkları resmî ziyaret sırasında, İslamî kıyafetinin altına topuklu stilettolar giydiği için mecazî olarak çırılçıplak soyarak hicvetmek için kullandı. (Özkök’ün, “O ayakkabıları gördünüz mü” başlıklı yazısında şu satırlar vardı: Emine Erdoğan’ın başı örtülüydü, ama ayağında topukları normalden yüksek bir çift ayakkabı vardı... Emine Erdoğan’ın ayağındaki ayakkabıları beğendim. Ben klasikçi olduğum için, yüksek topukları çok hoşuma gitti. İtiraf edeyim, cüretli ve genç bir çift ayakkabıydı. Fotoğraftan çıkardığım kadarıyla, ayakkabıyı iyi de taşıyor. O ayakkabıyı giyen insanın iç dünyasının ne olabileceğini de düşündüm...”)
ABD’NİN NEREDE DURDUĞU KONUSUNDA FAL BAKMAK
(11) AKP’de ve orduda irtibatta olduğumuz kişiler sayesinde açıkça biliyoruz ki, iki taraf da ABD’nin nerede durduğunu anlamaya ve ABD’yi kendi yanına çekmeye çalışıyor. Aynı zamanda, AKP dışından temasta olduğumuz herkesin katî surette hemfikir olduğu bir şey de, yabancı gözlemcilerin kamuoyuna yönelik sözlerden kesinlikle uzak durması gerektiğidir, zira her açıklama taraf tutmak olarak yorumlanabilir. Namık Tan bize 13 mayısta yaptığı değerlendirmede, AB Büyükelçisi (Hansjörg) Kretschmer’in ordunun yüksek öğrenim reform yasasına müdahale etmesini aptalca, dengesiz ve yapıcı olmaktan uzak bulan eleştirisini reddederken, özellikle keskin bir dil kullandı.
YORUM
(12) Askeriye/geleneksel elit ile AKP arasındaki bu gerilim bir ilkbahar ateşi değil. Bu geçmeyecektir. Bir yandan, Erdoğan ve partisi onları hiçbir şeyin durdurayamayacağına kani olmuş bir halde. Bu kanaat, Erdoğan ve AKP, parlamentoda anayasal çoğunluğa ve güçlü halk desteğine sahip olmayı sürdürdükçe bir ölçüde geçerli görünüyor. Öte yandan, Erdoğan’ın hükümetini ve partisini, haber döngüsü hakkında bir fikir sahibi olan danışmanlarla uyumlu bir bütün haline getirerek, iç ve dış gelişmeleri analiz etmek ve ileriye doğru tutarlı bir vizyon oluşturmak konusundaki başarısızlığı onu saldırılara açık kılıyor. AKP’nin halkla ilişkiler (PR) konusundaki beceriksizliği ve birçok AKP yetkilisinin İslamî geçmişi, Türk Genelkurmayı’nın AKP’nin niyetleri konusundaki kuşkularını besliyor ve askeriyenin alternatif siyasi güçler arayışını yoğunlaştırıyor.
(13) Sonuçta ortaya çıkan mücadele eşit bir mücadele değil. Birincisi, AKP’nin niyetleri konusundaki berraklık eksikliği ve Erdoğan hükümetinin, ABD’nin dolaysız ve maddi çıkarlarını ilgilendiren konular da dahil olmak üzere, makul, hızlı kararlar almayı başaramayışı, AKP’yi aşağıya çekiyor. İkincisi, Devlet gücünün araçları olarak korku ve sindirmenin ağırlığı, Erdoğan’ın, Gül’ün ve AKP’deki cemaat ve tarikatların iddia ettiği ölçüde azalmış değil. Ve üçüncü olarak, Türk Genelkurmayı’nın yargıda, bürokraside ve iş dünyasında kuvvetli müttefikleri ve AKP içindeki ve dışındaki siyasetçilerin kişisel hırsları ve rekabetleriyle oynama yeteneği var. Ordu, Türkiye’nin AB üyeliğini önemli addetmek ile kendisinin Cumhuriyet’in “laik” niteliğini korumakla görevli olduğunu ifade etmek arasında bir çelişki olduğunu kabul etmiyor. Bu, ordunun savunmaktan geri durmayacağını bir kez daha kuvvetli bir şekilde ilan ettiği bir görev. Sorun, ordunun yüzünü dönebileceği gerçekçi hiçbir siyasi alternatifin olmayışı ve siyasi şampiyonlar seçmek konusunda da zayıf hükümler verdiğini gösteren bir tarihe sahip olması.
(14) Son söz: Türkiye, kendisinin çözmesi gereken ve gidişatın yönünü dışarıdan etkileme amaçlı girişimlerin, öngörülemeyen ve kuşku götürmez biçimde olumsuz etkiler yapabileceği bir belirsizlik dönemine giriyor. Önümüzdeki altı ay içindeki biricik yol gösterici konu, Türkiye’nin AB katılımı müzakereleri için başlangıç tarihi alma çabası olacaktır.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.