Başbakan Erdoğan ile Taraf Gazetesi ve Ahmet Altan arasındaki gerilim giderek tırmanıyor. Kimileri “yesinler birbirlerini” diyerek keyifle izliyor olabilir ancak bu gerilim, basın ve ifade özgürlüğü, dolayısıyla demokrasi açısından kaygı vericidir. Basın ve ifade özgürlüğünü önemseyen herhangi bir kişi, böylesi bir gerilimde tarafsız olma lüksüne sahip değildir; tarafı gazete ve gazeteciden yana olmak durumundadır.
Taraf ve Altan yanlışlar yapmış olabilir ama çağdaş demokrasilerde bu tür yanlışların hesabının sorulacağı merciler bellidir. Başbakan’ın daha önce başka gazetecilere de yaptığı gibi, hoşuna gitmeyen şeyleri söyleyip yazanları halka ve kimi durumda onların işverenlerine şikayet etmesi asla kabul edilemez. (Ki bu şikayetlerin zaman içinde sonuç aldığını ve bazı gazeteci ve yazarın işlerinden olduğunu biliyoruz.)
Taraf’ın son Stratfor yayınlarında bir dizi inanılmaz hataya imza attığını, Altan’ın da Erdoğan’a hitaben yazdığı yazılarda o çok iyi bildiğimiz kibrini konuşturup tasvip edilmesi imkansız yakıştırmalar yaptığını düşünüyorum. Taraf Gazetesi’nin evrensel gazetecilik ilkelerini hoyratça ihlal etmesinin ve Altan’ın o kibrinin bizzat mağduru olmuş bir kişiyim ancak Erdoğan’ın Taraf, Altan ve gazetenin diğer yöneticilerine yönelik nitelemelerinin daha vahim olduğu açıktır. Çünkü Erdoğan bu ülkenin başbakanı olduğu için elinin altında çok büyük bir güç bulunuyor. Herhangi bir medya kuruluşu ve/veya gazetecinin bu güçle rekabet edebilmesinin imkanı yok. Doğru olan, gazeteciler hangi hatayı yapmış olurlarsa olsunlar, ülkeyi yönetenlerin (örneğimizde Erdoğan’ın) ne yapıp edip kendilerini kontrol etmeleri, şikayetlerinin yargı üzerinden takipçileri olmalarıdır.
Başbakan’ın yumruğu
Kimileri 2010 yılı Aralık ayı başında kaleme aldığım “Her mağdur kendi bacağından asılıyor” başlıklı yazımı hatırlatıp kendimle çeliştiğimi iddia edecektir. Nitekim o yazıda “Keşke Başbakan Erdoğan, aynı gazetenin, daha önce başka kişilerinin onurlarını, ellerinde ciddi hiçbir kanıt olmadan uluorta çiğnediği zamanlarda da masaya yumruğunu vursaydı, vurabilseydi” demiş olmam Ahmet Altan’ı çok kızdırmıştı. Hemen “Başbakan’ın yumruğu” başlıklı bir yazıyla, adımı vermeden ama “çocuğum” diye hitap ederek bana “haysiyet”, “gazetecilik” vb. dersleri vermişti. Hatta beni “İlker Başbuğ’un bir gazete köşesine yerleşmiş küçük bir kopyası” olduğumu ileri sürmüştü.
Yazıyı tekrar okuduğunuzda göreceksiniz: o yazı Erdoğan’a bir çağrı değil bir eleştiriydi. Altan’ın bunu anlamadığını sanmam, hatta çok iyi anladığı için bana ölçüsüz tepki vermiş olduğu kanısındayım. Çünkü o yazıda, Taraf’ı Erdoğan’ın elinde patlayan bir silah, bir tür bumerang olarak tasvir ediyordum. O dönemdeki Wikileaks yayınlarına kadar Taraf, bir-iki istisna dışında Erdoğan ve AKP hükümetinin önünü açan çok kritik yayınlar yapmış, bu süreçte gazeteciliğin ve hukukun evrensel ilkelerine burun kıvırarak birçok kişiyi de mağdur ettimişti. Başbakan da bu durumdan hiç şikayetçi olmamış, hatta memnun kalmıştı.
Ama tıpkı son MİT krizinde özel yetkili mahkemeler konusunda olduğu gibi, hükümet (Başbakan) Taraf’ın kendi kontolünde bir silah olmadığını acı bir şekilde fark etmiş, bunun verdiği öfkeyle hiddetli çıkışlar yapmıştı. Bugün Stratfor yayınlarından sonra olan, bumerngın ikinci kez sahibini vurmasıdır. Burada bir sorumlu aranacaksa bu bumerngtan çok onu bir silah olarak kullanmış olan kişinin ta kendisidir.
Gülen hareketini de vurdu
Burada bir parantez açıp, “Sen de mi Taraf?” diyenlerin kervanına Fethullah Gülen cemaatinin de eklenmiş olduğunu hatırlatalım. Yine Stratfor üzerinden yıllardır hemen hemen hiç sorgulamadıkları Gülen hareketini birden hedef tahtasına oturtmuş olmalarını çok kişi şaşkınlıkla izledi. Hele yayın hayatına atıldığı andan itibaren Taraf’ın en büyük destek aldığı odaklardan birinin Gülen hareketi olduğu düşünülürse ikinci bir bumerang olayıyla karşı karşıya olduğumuz anlaşılır.
Bu bağlamda Stratfor’dan hareketle Taraf’ın, Nedim Şener ile Ahmet Şık’ın tutuklanmalarını AKP ile Gülen cemaati arasındaki çekişmenin sonucu olarak ilan etmesini ele alabiliriz. Bu gazete yöneticileri ve yazarlarının uzun zamandır dillendirilen bu tezden, ne idüğü belirsiz bir e-posta sayesinde haberdar olmaları hazindir. Yazısından, Ahmet Altan’ın bu tezi büyük ölçüde benimsemiş olduğunu da gördüğümüze göre kendisine şu soruları sormak son derece meşrudur:
Daha önceleri nerelerdeydiniz?
Mesela gazetenizin bazı yazarlarının Ahmet ile Nedim’in bir gün daha fazla hapis yatmaları için ellerinden geleni yaptıklarını da mı bilmiyorsunuz?
İddianamede savcının Nedim’in suçluluğunu kanıtlamak için gazetenizdeki bazı köşe yazılarını delil diye sunmaya çalıştığından haberdar mısınız?
Herşeye rağmen basın özgürlüğü
Umarım Stratfor olayı, Altan ile Erdoğan ve Taraf ile Gülen cemaati arasında bir kapışma olmaktan bir an önce çıkar ve basın özgürlüğü üzerine bir kez daha düşünmemiz için bizlere imkanlar sunar. Bunun için öncelikle Taraf’ın ciddi ve inandırıcı bir özeleştiri yapması gerekiyor çünkü bu gazetenin karnesinde tam da bu noktada çok ciddi kırıklar var.
Bu konuda bir dizi örnek verebiliriz. Benim ilk aklıma gelenler, birçok kez, gerek gazetenin bazı haberlerinde, gerekse bazı köşe yazılarında kimi gazetecilerin listeler halinde hedef gösterilmiş olmasıdır. Bunlar yapılmadan önce adı geçen, suçlanan kişilerin görüşü alınmadı. Nitekim 28 Şubat bağlamında yayınlanan son listenin ardından, Zafer Mutlu’nun şikayeti üzerine Ahmet Altan, gazete yazarlarını “belgesiz yazmamaları” için uyarmak zorunda kaldı.
Taraf’ın değişik odaklar tarafından medyaya iliştirilen bazı isimlere göstermiş olduğu ilgi, onlara vermiş olduğu önem de ayrı bir sorundur. Gazeteci olmaktan çok, Ragıp Duran’ın o veciz ifadesiyle birer “savcı yardımcısı” gibi çalışan bu isimlerin basın özgürlüğüne ve dolayısıyla demokrasimize vermiş oldukları zararlar, ayrıca medyanın zaten yüksek olmayan seviyesini iyice yerlerde süründürüyor olmaları ortadadır.
Son bir örnekle bu konuyu noktalamak istiyorum: Taraf’ın mazisinin en kara sayfası olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterinin NTV’den yapılan telefon aramalarıyla düşürüldüğü yalanının, üstünkörü bir özürle geride bırakılmış olduğunu sananlar yanılıyorlar. Çünkü, bugün herkesin malumu olan NTV’nin içinin boşaltılması, bunun için kanalın öne çıkmış bazı isimlerinin ayrılmak zorunda bırakılmaları sürecinin miladı o yalan haber olmuştur.
NTV patronları, bunu basit bir hata olarak değil kendilerine yönelik ciddi bir uyarı olarak algıladılar ki haksız değillerdi. Fakat yanlış yaptılar, bu mesajı ellerinin tersiyle itmek yerine teslim olmayı seçtiler.
Ruşen Çakır
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.