Anlıyorum ki Kürt sorununu AKP çözmek istiyor. Yeni dönem milletvekillerini tanıtırken “Kürt sorunu yoktur, Kürt kardeşlerimin sorunları vardır” cümlesini kullanan Erdoğan’ın bu konuda samimi olduğunu söylemek mümkün.
Geçmiş dönemde sorunu çözmekle ilgili her hangi bir irade ortaya çıkmamışken, başarısız da olsa, “açılım”, “Habur” vs. konularının yarattığı atmosferin sorunun çözümüne yönelik kolaylaştırıcı rol oynadığını söylemek de aynı şekilde mümkün. Nitekim bugün, dün konuşamadığımız şeyleri konuşabiliyor, Öcalan’ın “ev hapsi”ni bile tartışılabiliyor olmamız da bu nedenle.
Kürt sorununun bundan önceki safhasının sorunları aşılırken, yeni safhasının sorunları da başlarını hafifçe kaldırıyorlar bence. Bu yeni sorunların Türk tarafındaki psikolojiye ve zihniyet dünyasına ait sorunlar olacağı daha şimdiden görünüyor.
Tabii bu sorunlar, sorunun çözümünü üstlenen başta Erdoğan olmak üzere Türk siyasi elitlerinin sorunları ama geniş kitlelerce de paylaşıldığı malum. O nedenle de önümüzdeki yeni safhada sorunun çözümünde ayak bağı olacak psikolojik ve zihni algılamaları da hesaba katarak sorunu çözme çabalarına katkıda bulunmaya çalışmak gerek.
Ben burada Başbakan Erdoğan’dan örnek vereceğim ama, örneklerin geniş kitleler bakımından da geçerli olduğunu akılda tutmak gerek. Gözüme takılan en son örnek Başbakan’ın Fenerbahçeli Alex’le olan görüşmesi. Habere göre Başbakan’a Alex’in Türk vatandaşı olmak istediği söylendiğinde “Başbakan Erdoğan, ‘İsmini de koydu mu’ diye sordu. Aziz Yıldırım, ‘İsmini kendi seçecek’ karşılığını verdi.”
Yukarıdaki haberin, yazının başında konu ettiğim Kürt sorunundaki yeni safha ile arasında nasıl bir ilişki var diye sorarsanız belki şöyle açıklayabilirim: Bildiğim kadarıyla Türk vatandaşı olmanın koşulları arasında isim değiştirmek yok. Ama buna rağmen Başbakan Erdoğan’ın ilk sorduğu sorunun ‘İsmini de koydu mu’ sorusu olması açıklanmaya muhtaç bir durum.
Sizi bilmem ama bu “doğal olarak” ağızdan çıkan sorunun Erdoğan’ın zihnî arkaplanında Türk olmanın, Türkçe bir isimle ilişkili olması gerektiği gibi bir algıyı yansıtıyor olduğunu düşünüyorum. Öyle olmasa bile en azından öyle olsa daha iyi olur gibi bir düşünceyi...
Yine bir başka Erdoğan tesbitim de referandum sürecinde Kocaeli’nde yaptığı konuşma. Ramazan günleriydi, hava sıcak, konuşması da uzamıştı. Erdoğan, “Biliyorum hepiniz oruçlusunuz, sizi daha fazla tutmayayım” gibisinden bir cümleyi sarf edivermişti birden. Sanki Erdoğan’ı dinlemeye gelenlerin hepsi “Müslüman” ve hepsi “Sünni”ymiş gibi. Oysa bu ülkede dinî inançlar bakımından başkaları da vardı ama anlaşılan Erdoğan’ın zihniyet dünyasına bu durum tam olarak işlememişti. Bu iki örnek Erdoğan’ın nasıl düşündüğünü değil ama nasıl hissettiğini, onun zihniyet dünyasını açığa çıkaran iki örnek bence. Doğrusu daha başkalarını da verebilirim ama sanırım bu ikisi önümüzdeki dönemde nasıl bir sorunla karşı karşıya olacağımızı oldukça iyi anlatıyor.
Bu yeni dönemde sorunun çözümü için “samimi” olmak yetmeyecek. Tabii ki “samimiyet” kendi başına çok önemli bir gereklilik ama gerçek çözüm ancak “zihniyet” değişimiyle mümkün.
O nedenle de eğer Türk siyasi eliti bu sorunu çözmek istiyorsa Kürtlerin etnik olarak farklı bir kökene sahip, bundan dolayı da farklı bir dil ve farklı bir kültür içinde kendini hisseden bir halk olduğunu peşinen kabul etmesi gerekiyor. Bu bir.
İkincisi, eğer önümüzdeki dönemde Türk siyasi eliti bu sorunu çözmek istiyorsa Diyarbakır Askerî Cezaevi gerçeğiyle tüm Türkiye toplumunun yüzleşmesini sağlaması gerekiyor. Özellikle bu cezaevinde yaşananların nasıl insanlık dışı eylemler olduğunu ve bu eylemlerin de Türkler tarafından yapıldığını topluma anlatması gerekiyor. (Bu konuda mutlaka Diyarbakır Askerî Cezaevi Gerçeğini Araştırma ve Adalet Komisyonu’nun çalışmaları değerlendirilmelidir).
Gerçek “kardeşlik” ve bu kardeşlik üzerinden gerçek bir demokrasi ancak böyle bir “zihniyet” değişimiyle mümkün. Bu yolda “samimiyet” ise gerekli, ama yeterli bir koşul değildir.
Erol Katırcıoğlu - TARAF
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.