“Kürt Sorunu” farklı şekillerde ele alınarak tartışıldı fakat yaklaşık bir asırdır hâlâ çözülmedi. Bu sorun, hiç kuşkusuz sadece Kürtler için değil aynı zamanda Türkiye’de yaşayan tüm halklar için de kangren haline dönüştü. ‘Kürt sorunu’ olarak adlandırılan bu problem, çok boyutlu bir sorun olmakla beraber temelde dil olmak üzere, aslında insan hakları, demokrasi, temel hak ve özgürlükler sorunu. Anadilde eğitim hakkı, sorunun çözümünde bir mihenk taşı. Temel insani hak ve özgürlükler çerçevesinde, bir topluluğunun anadilinde eğitim görmek istemesi ise demokratik haktan öte bir topluluğun ya da ulusun en doğal hakkı.
Dilini dışarda bırak
Dilbilimci Jim Cummins, eğitim dilinin önemini ve gerekliliğini vurgularken şöyle der: “Okuldaki eğitimde çocuğun anadilini reddetmek, çocuğu reddetmek demektir. İster doğrudan ister dolaylı bir şekilde olsun, çocuklara ‘dilini ve kültürünü okul kapısında bırakıp öyle gir’ deniliyorsa, çocuk en temel yapılarını, kimliklerini o okul kapısında bırakıp okula öyle girer.” Burada Cummins’in üzerinde durduğu nokta, dil-kimlik ilişkisidir. Yani bir insanın kimliği, dili ile olan ilişkisine bağlıdır. Eğer bir çocuk, kendi diliyle eğitim alamıyorsa bu çocuğun kimliğini geliştirmesi ve bağlı bulunduğu topluma uyum sağlaması, sağlıklı ol(a)mayacak ya da hiç ol(a)mayacaktır. Bu duruma paralel olarak Kürt İslam âlimi Said Nursi, Türkiye’de Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’nun birçok şehrinde Türkçe bilmeyen Kürt çocukları için maden-i kamalat olarak Kürtçe eğitim yapan medreselerin artık olmadığını, resmiyette ve eğitimde Kürtçeye yer vermeyen bu okulları eksik bulduğunu ifade eder ve bu durumun Kürt çocukların hem kişisel hem de toplumsal gelişimine olumsuz yansıyacağını vurgular.
Bugün ‘demokratik’ olarak adlandırdığımız ülkeler, birlik ve beraberliği tesis etmek ve farklı kültürler arasındaki entegrasyonu sağlamak amacıyla, kendi ülkelerinde konuşulan azınlık dillerine eşitlik sağladı ve daha da önemlisi bu dilleri, anayasal güvence altına aldı. Bu yasalar çerçevesinde, ülkelerindeki bireylerin ya da grupların, özel alanda ya da kamusal alanda hangi dili veya dilleri kullanacakları kendi isteklerine bırakıldı. Bu anlamda, bir bireyin kendi dillini eğitimde, yönetimde, medyada ve yasal işlemlerde kullanma isteği, temel bir hak olarak görüldü.
UNESCO tarafından hazırlanan ve Türkiye tarafından da imzalandığı halde (çekince koymasından dolayı) uygulanmayan anadilde eğitimle ilgili düzenlemeler, mevcut Kürt sorununun çözümünü geciktiriyor. Nitekim Türkiye’nin imzaladığı bu sözleşmelere koyduğu çekinceleri kaldırıp anadilde eğitimin önünü açması, Kürt sorununu büyük ölçüde çözüme kavuşturacaktır. Türkiye’ye, bu konudaki yersiz endişelerini bir kenara bırakıp, kendisi gibi ulus-devlet mantığı üzerine kurulan ve yıllarca devletin üniter yapsına ters düşeceği endişesi ile anadilde eğitimi engelleyen Fransa’nın, 2008’de bu ısrarından vazgeçip, anadilde eğitimin önünü açan yasal düzenlemeler yaptığını hatırlatmak gerek.
Cumhuriyet’in kuruluşu ve 1980 darbesi sonrasındaki dönemler göz önüne alındığında, Türkiye’nin, daha demokratik bir yapıya kavuştuğunu belirtmek lazım. Her alanda gerçekleşen demokratikleşme hamleleri, Kürtçenin gündelik hayatta kullanımı önündeki engeller konusunda da kendisini gösterdi. İstenilen seviyede olmasa bile kabul etmek gerek ki, bir zamanlar devletin yasakladığı ve varolmadığını iddia ettiği bir dili, seçmeli olarak okutacağını söylemesi -her ne kadar pratikte düşünüldüğü ya da beklenildiği kadar başarılı olmasa da- oldukça önemli bir adım. Anadilde eğitim, bugün dünyadaki birçok ülkede uygulanıyor. Bu konudaki benzer tartışmalar Birleşik Krallık, İspanya, Fransa, ABD , Almanya , Meksika, Kanada, Romanya, İsveç gibi birçok ülkede de yaşandı.
Medeniyet dili Örneğin, İngiltere’de Galce’nin eğitim dili olarak benimsenmesi konusunda yaşanan tartışmalar, Türkiye’de Kürtçe konusunda yaşanan tartışmalara çok benziyor. Bu tartışmalarda, tıpkı Kürtçe’nin bir medeniyet dili olmadığının iddia edilmesi gibi, Galce’nin de eğitim dili olarak kullanılabilecek bir yeterlilikte olmadığı ve Galce dilinde eğitimin yapılamayacağı savunuldu. 1840’ların başında, Galce konuşanlar “vahşi” ve “yabani” olarak görüldü ve toplumsal dışlanmaya maruz kaldı. Örneğin, Galler’in durumunu ortaya koymak hazırlanan bir raporda, “Galce, köle dili olduğu için yetersiz bir dildir” denilerek aşağılayıcı bir tavır sergilendi. İki dilli eğitim konusunda yaşanan tartışmalar sadece Galce ile sınırlı kalmadı, Keltçe ve İrlandaca konusunda da yaşandı ve Birleşik Krallık’ın iki dilli eğitime geçiş süreci sancılı oldu. Bu süreç, yaklaşık olarak bir asırdan fazla sürdü ve anayasal düzenlemeler çok yakın bir geçmişte yapılabildi. Eğitim Yasası Reformu’nun (ERA) 1988’den sonra yapılması ile yeni bir ulusal müfredat programı hazırlandı ve bu yasal düzenlemeler İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’daki en önemli eğitim mevzuatı olarak kabul edildi. Bu yasal düzenlemelerden sonra Galler bölgesinde Galce, anayasal düzenlemelerle İngilizceden sonra bölgenin ikinci resmi dili oldu. Bu yasa sayesinde Birleşik Krallık’ın Galler, İskoçya, Kuzey İrlanda, İngiltere olmak üzere dört bölgesinde, iki dilli eğitim uygulandı. Bu bölgelerden Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’da uygulanan programlar, bölge halkının dillerinin geliştirilmesi, korunması ve gelecek nesillere aktarılması kapsamında uygulanırken, İngiltere’de ise göçmen ailelerin çocuklarının, uyum süreçlerinin hızlandırılması ve kültürel entegrasyonun sağlanması amacıyla kullanıldı.
Türkiye’nin de anadilde eğitim sorununa kalıcı bir çözüm üretebilmesinin yolu, içinde bulunduğu süreci iyi değerlendirmesine, benzer süreçleri atlatan ülkelerin deneyimlerinden ilham almasına ve sorunun bize özgü taraflarını da dikkate alarak yapıcı ve kalıcı bir çözüm üretmesine bağlı. Burada asıl mesele olan bunun bir süreç olduğunu ve bugün başlanıp yarın sonuçlandırmayacağının anlaşılması. Bu sürecin siyasi yanı olduğu kadar, teknik altyapı, kaynak ve planlama yanlarının da olduğunu unutmamalı. Kararlı bir siyasi irade, bu sürecin en önemli koşulu. Bu bakımdan, anadilde eğitim sürecinin sağlıklı bir zeminde yürütülmesi, siyasi iktidarın kararlılığı ve uzlaşmacı tavrına bağlı. Aynı şekilde, muhalefetin yapıcı tutumu ve söylemi sürecin yönetimi ve istenen sonucun alınması bakımından oldukça kritik bir önemde. Devlet ve Öcalan arasındaki görüşmelerin pozitif bir esintiye neden olduğu bugünlerde, bu tür kritik adımların atılması, tek tipçiliğin terk edilmesi, yanlış algıların düzeltilmesi, ortak bir söylemin oluşturulması ve en önemlisi daha demokratik bir yapının oluşması açısından çok önemli.
Hasan Aydın
Yıldız Teknik Üni.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.