Balbay'ın Cumhuriyet gazetesindeki Gündem köşesinde yayımlanan (14 Mart 2011) mektup şöyle:
Başbakan'a mektup
Sayın Başbakan,
8 Mart 2011 Salı günü partinizin grup toplantısında yaptığınız konuşmayı Silivri 1 No’lu Cezaevi F-3 alt koğuşu 3 No’lu hücremde hüzünlenerek izledim.
Konuşmanızın önemli bir bölümünü tutuklanan gazetecilere ayırdınız. Özel bir hesap yapmışsınız, tutuklu gazeteci sayısını 27 olarak çıkartmışsınız. “Suçlarını” da tek tek dökmüşsünüz. Hükümeti devirmeye girişmekten terör örgütüyle ilişki kurmaya kadar her türlü suçu sayıp eklediniz:
“Onlar gazetecilik yaptıkları için değil, bu suçlar nedeniyle içerdeler.”
Bu sözleriniz ne adalete ne siyasete ne de vicdana sığar.
Eğer iddianame metinlerinde yazılı olan suçlamalar doğrudan insanlara yaftalanacaksa siz şiir okuduğunuz için yargılanmadınız. 1998 yılında sizin için hazırlanan iddianamede suçunuz şöyle yazılmıştı:
“Halkı din ve ırk farklılığı gözeterek açıkça kin ve düşmanlığa tahrik etmek.”
12 Aralık 1997’de Siirt’te yaptığınız konuşmadan sonra açılan davada, bu suçu işlediğiniz için 10 ay hapis cezasına çarptırıldınız. Siz hüküm giydiğiniz halde bu suçu asla kabul etmediniz, bugün de “Şiir okuduğum için yargılandım” demektesiniz.
Biz ise daha hüküm giymemişken nasıl milletin kürsüsünde bizi mahkûm edersiniz?
Ergenekon savcısı değilim diyorsunuz ama bu tutumunuz savcılığı da geçti, doğrudan hüküm vericisi noktasına çıkmış bulunmaktasınız.
***
Sayın Başbakan,
Ergenekon savcıları hazırladıkları iddianamenin benimle ilgili bölümünde şöyle diyorlar:
“Mustafa Balbay gazetecilik faaliyetlerini yürütürken İlhan Selçuk’un Ankara’daki temaslarını da düzenleyerek terör örgütü içinde özel konumu olan faaliyetlerde bulunmuştur. Yaptığı haberlerle de kaos ortamı yaratılmasına katkıda bulunmuştur...”
Bu ve benzeri cümleler dışında benimle ilgili başka bir şey yok. Bir gazetenin başyazarı Ankara’ya geldiğinde her kesimle görüşür, Ankara temsilcisi de ona eşlik eder. Bundan suç üretiliyor. Bir gazeteci yaptığı haberin doğruluğuna-yanlışlığına bakar, kimin işine yarar-yaramaz o başka bir durumdur.
Ergenekon savcıları bile benim gazeteci olduğumu, bu mesleği icra ederken aynı zamanda terör örgütü üyeliği de yaptığımı iddia ediyor. Yani terör suçunu gazetecilikle birlikte işlediğimi öne sürüyor. Böylece ortaya gazeteci-yazardan sonra gazeteci-terörist gibi kabul edilemez bir durum çıkıyor.
Örneği vermemin nedeni şu: Ergenekon savcıları bile bana karşı sizden daha insaflı. Günün birinde size karşı Ergenekon savcılarına sığınacağım hiç aklıma gelmezdi.
Bu durumda sormak isterim:
Bizim yaptığımız gazetecilik değilse, sizin gazetecilik tarifiniz nedir?
İktidarın her attığı adıma reform deyip övmek mi?
İktidarın istikrarı bozulmasın diye tüm olası alternatifleri ortadan kaldırmak için seferber olmak mı?
İletişim fakültelerinde “haber” kavramının en acımasız tarifi şudur:
“Yazı işleri müdürünün haber dediği şeye haber denir.”
İleri demokrasiyle bu kavramı da ilerlettik.
“Başbakan’ın haber dediği şeye haber denir.”
***
Sayın Başbakan,
Son dönemde sıkça saray açıyorsunuz. Adalet sarayı.
Adalet, saray açmakla dağıtılmaz.
Sizin Siirt konuşmanızın ardından soruşturma, dava, karar, Yargıtay tüm evreleriniz 10 ay sürdü. Biz yıllardır yargılama bekliyoruz. O gün sizin yanınıza 200 kişi daha koysalardı, 50 ayrı suçtan. Yargılanmanız kaç yıl sürerdi? Bir kişi 10 ay ettiğine göre 201 kişi 2010 (iki bin on) ay! Yani 167 yıl!
Bir de cezaevi koşulları var ki... Siz 4 aylık hapiste cezaevini kendiniz seçtiniz, koğuşunuza halı döşettiniz, toplantı odası yaptırdınız, beyaz eşya dahil dışarıdan istediğiniz eşyayı getirttiniz ve 30 bin ziyaretçi kabul ettiniz.
Bu mektubu hücrede tek başıma yazıyorum...
Cumhuriyetin 100. yılına talipsiniz.
10. yılda yurdumuz demir ağlarla örülmüştü...
Siz 100. yıla demir parmaklıklar örerek gitmektesiniz."
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.