• BIST 9386.39
  • Altın 4069.876
  • Dolar 38.0823
  • Euro 43.4809
  • İstanbul 21 °C
  • Diyarbakır 22 °C
  • Ankara 22 °C
  • İzmir 30 °C
  • Berlin 27 °C

Aysel Tuğluk: Türkler ve Kürtler etnisite oluşturan iki halktır

Aysel Tuğluk: Türkler ve Kürtler etnisite oluşturan iki halktır
Aysel Tuğluk: Türkler ve Kürtler şu veya bu şekilde birlikte yaşamış, bambaşka bir etnisite oluşturan iki halktır.

Türkiye’de hem siyaset, hem politika terimi birlikte kullanılır. Yaygın kanıya göre ikisi de aynı referansta bulunan biri Arapça, diğeri Yunanca iki terim. Eşanlamlı oldukları sanılır. Bilinenin aksine politika başka, siyaset başka şeydir.

Yunanca’dan Türkçe’ye giren ‘politika’ teriminin kökü ‘polis’tir. Hani ortasında Agorası, çevresinde evleri olan o, İonya şehri... Politika terimi, ‘politeia’ ile anlam bağına sahiptir. ‘Politeia’, polisin -yani şehrin- işlerinin yapılmasıdır. Plato’nun, ‘Politeia’ adlı bir kitabı var. Ne yazık ki, Türkçeye ‘Devlet’ adıyla çevrilmiş. Oysa ‘politeia’, devlet anlamına gelmez. Karşıladığı pratikleri şöyle özetleyebiliriz: Şehrin yurttaşları, Agora’da toplanıp açık tartışma ve oylama yöntemleriyle şehrin işlerini halletmeye, çeşitli görevlileri seçmeye, bazı görevlileri geri çağırmaya çalışırlar. Sıkı diyalog ve yüksek belagatin sanatkârane performansını da unutmamak gerekiyor. Elbette Bay Perikles’in konuştuğu Atina’da, yurttaşlar şehrin nüfusunun çok az bir kısmını oluşturuyorlardı. Kölelerin, kadınların, çocuk ve yabancıların ‘politeia’da bulunma hakları yoktu. O yüzden Batı’nın politika tarihi, adı geçen dışlanmışların dahil olmak için verdikleri mücadelenin hikâyesidir.

Bir de ‘-tika’ var; politika teriminin ikinci yarısı. Konuşma sözcüğünün Yunanca karşılıklarından biri. Buradan hareketle politikanın ‘konuşarak yapılan bir iş’ olduğuna varmak için ‘allame’ olmaya gerek yok. Evet, başlangıçta belki de ‘söz’ yoktu. Ancak sonrasında söz eylemi yarattı bir şekilde ve hayat oldu iyi günde-kötü günde; Spinoza’da, Kant’ta,Marx’ta, Gandi’de... 

Siyaset nizama çekme faaliyetidir 

Siyaset ise bambaşka bir öykü. Arapça ‘sys’ kökünden türeyen bu terim, anlamsal değerini seyislikten yüklenir. Atların bakımını yapan, onları tımar eden ve uslu uslu binicisini dinleyen hayvanlar yetiştiren adamdır seyis. Ve siyaset, ‘reayayı’ -ki hayvan sürüsü demektir- yönetme, cezalandırma, nizama çekme faaliyetinin adıdır. Bu yanıyla siyaset egemenin yani monarkın, kralın, padişahın sürüsüne çobanlık yapmasıyla özdeştir. Nasıralı, “Tanrı’nın sürüsünün çobanıyım” derken tam da bu gerçeği ilan ediyordu. Ancak ahali “Yahudilerin kralı sen misin?” diye alay ederken, sanırım sürü-çoban ya da at-seyis diyalektiğinin tam idrakinde değildi.

Siyaset gerçeğinin en ironik durumunu belki de Topkapı Sarayı’ndaki siyaset meydanında. Cellat Çeşmesi’nin yanındaki meydanın adıdır. Dili kesik Bostancıbaşı’nın vurduğu kellelerin yuvarlandığı meydan, bu meydandır. Ve Osmanlı’daki ‘siyaseten katl’ deyimi bu meydandaki faaliyetin izahıdır. Yani siyaset, padişahın bazılarını katletmesinin bir gerekçesidir. Elbette bu laftan sonra reayanın da soracak sorusunun kalmaması varsayılır. Özetle, siyaset “binicinin bineği yönetme sanatıdır”. Ama kanlı, ama kırbaçlı. Ya da arpalıklı veya yoncalı...

Konunun en bariz göstergelerinden birisi de siyasetnamelerdir. Esasta Nizamülmülk adıyla özdeşleşen siyasetname çok eski bir araçtır. Pasifikten Akdeniz’in doğu sınırlarına kadar, Çin’den Babil’e, oradan Osmanlı’ya kadar herkesin bir siyasetnamesi oldu.

Bütün siyasetnamelerin özeti, yönetilecek olanların bir yöneten tarafından en rahat, en verimli şekilde nasıl yönetileceği ve sorun oluşturanların nasıl cezalandırılacağıdır. Konfüçyüs bunu söyler, Nizam bunu yazar, Ömer Bin Hattab bunu çizer kılıcıyla. Doğu’da hal böyleyken, Batı, belki de ilk siyasetnamesine neredeyse iki bin yıllık bir gecikmeyle, Makyevelli’de ulaşacaktı.

işte tüm bu izahatler, bize siyaset ile politikanın neredeyse tamamen karşıt olduğunu gösterir. Evet, karşıttılar. Politika, mekânı eşit bir geometrik düzenlemeye tabi tutarken, siyaset ise mekânı piramidal bir düzenlemeye uğratır. Politika, sesi-sözü dağıtıp yayarken, siyaset ise sesi-sözü tekleştirinceye kadar toplamaya çalışır. Politika bir hakikat arama mücadelesiyken, siyaset mevcut hakikatin dehşetidir. Politika topluma aitken, siyaset devlete aittir. Politika çokluk, siyaset monarktır. Politika dişil, siyaset erildir.

Siyasetnameler ülkesinde, Cellat Çeşmesi’nin sağ tarafında kanayan politika arzusudur Kürt sorunu. Politik olanın siyasete başkaldırısı, bütün bileşenleriyle toplumun devlete isyanıdır. Tımar ve kırbaç altında susturulanların konuşma talebidir bu meselenin özü. Sadece bir dilin değil; bir dilin, bir toprağın, bir kültürün ve bir tarihin damıttığı bir halkın, kılıç şakırtıları ve boğuk tayyare sesleri altında yasaklanmış varlığının, paramparça bir bedenle de olsa kendi adına konuşma talebidir Kürt sorunu.

Bugün Türkiye’deki gerilim bu an’a değil, uzun bir tarihe aittir. Batı’ya ait olanın, Doğu’nun eski tiranları altındaki inleyişi ve Doğu’ya ait olanın Batı’nın zalimlikleri altındaki çırpınışıdır.

İşte, Kürt sorunu bu gerilim altında genç insanların kanayan bedenleriyle konuşan, karmaşık bir sorundur. Batı’nın insan hakları manzumeleri, Doğu’nun hikmet-i devlet karanlığında flulaşırken, Doğu’nun kadim hoşgörüsü, Batı’nın ulus-devlet cenderesinde hayal kırıklığıyla, nefrete doğru yol alır. Ve insan Batı’nın istatistiki bir parametresi, Doğu’nun kul-kölesiyken, Sason’da evladının çürümüş kemiklerini arayan bir kadının feryadı figanıdır Kürt sorunu. Bu korkunç acıya rağmen ‘barış istiyorum’ diyen bir ananın sözleridir Kürt sorunu.

Zehirli bir bileşimdir bu sorun. Erdemin, yiğitliğin, sıcak kokan dostluğun ve yağmur kadar rahmetli kardeşliğin; insani olan her şeye düşmanlığın, korkaklığın ve kirli kâğıt kokan çıkarcılığın bir arada birbirini, her birimizi ve hepimizi kemirdiği zorlu bir insanlık durumudur Kürt sorunu.

Politik olanın zirve noktasını oluşturan andayız bence. Seçim yapma anı!.. Siyasetin sağır bedenimize kazıdığı yaşam emri ile politikanın dilimizden dökülen özgürlük çığlığı arasında bir seçim. “To be or not to be”deyiz. Hamlet’i bunaltan hayaletlerin yüzlerce misli topraktan doğrulup adaleti mırıldanırken, Osmanlı’nın kadim başkentindeki bir tepede, eğri bir kılıçtan damlayan kan, bir kez daha bizi siyaset kapısıyla karşı karşıya bırakırken; Lice’de küçük bir ceylan kız ölürken. Uzun bir hikâyedir. İnanın, istediğimiz sadece bir tesellidir. Yoksa biz de Habil’in çoktandır öldüğünü biliyoruz. Bir adı olsun, bir mezarı... Bir dili ve eteğinde tanrısına sunmak istediği kuzusu...

Yeni bir hayat bazen eskisinin reddiyle başlatılabilir. Ancak yepyeni bir hayat ‘bilmiyorum’ hükmüyle başlar: Önyargısız, koşulsuz ve basamaksız bir demokrasinin neşet ettiği yer. Demokrasi bu yüzden hep bilinmeyen bir topraktır. Toplumsal ve politik olanın varoluş biçimidir. Siyaset sadece demokrasinin inkârı değildir. Esasen bütün cevapların bilindiği, soruların yasak edildiği mutlu bir aptallık varsayımıdır.

Sorun demokrasi olunca elbette hepimiz itham edilmekten kurtulamayız. Siyasetin güttüğü sürüdeki Kürtlerin ve Türklerin farkına bile varmadı egemenler. Hatta bizler, ezilenler bile demokratik olanın, yabancının dost olma ihtimaliyle başladığını sıkça unuttuk. Dosta sunulanın, yabancıya ikram edildiği bir uygulamanın adıdır demokrasi. Ve her demokrasi, asgari olarak politik olanın kabulüdür: Emanuel Levinas’ın bizlere öğrettiği ‘ötekinin yüzü tanrının yüzüdür’ düsturunu mideye değil, beynimizin kıvrımlarına sindirdiğimiz anda başlar. “Hayır bayım hayır, öteki cehennemin değil, o, bir fikrini savunması için ölümü bile göze alabileceğim bir dosttur” demek, o kadar mı zor?

Gerçekten biz Kürtler ve Türkler, her şeyin karıştığı bir kavşakta demokrasi dışında bir seçeneğe sahip değiliz. Ne Türkler bin yıl önce Orta Asya’dan gelmiş bir halktır, ne de Kürtler on bin yıldır Mezopotamya’da yaşayan bir halktır. Her ikisi de son bin yıldır şu veya bu şekilde birlikte yaşamış, bambaşka bir etnisite oluşturan iki halktır. Politik olan, iki halkın yabancılarına dostluğu kurmasını emreder. Kaldı ki, bin yıl önce başlayan yabancılık, aradan geçen zaman boyunca o kadar tanıdık bir hal aldı ki...

Elbette siyasetin tanrıları, yüzümüzü kutsiyetten arındırıp birbirimizin şeytanı yapmak için boş durmuyor. Bazı aklı evveller yabancıyı çizip oradan düşmana ulaşıyorlar. Ancak bu sayede herkesin bir şeyler kaybedeceği bir durum olmaz. Kaybın bizzat herkes olduğu, korkunç bir senaryo olur.

Her şey Kürtlerle Türklerin birlikte yaşamalarını zorunlu kılacak ispatlar sunuyor. Başka bir seçeneğimiz yok. Gönüllü, onurlu, eşit ve özgür birlikteliktedir geleceğimiz. 

Türkiyeli bir kuşak... 

Hayat, yarın her birimizi hayal dahi edemeyeceğimiz yerlere ölü ya da diri savurabilir. Zaten hayat, biz çeşitli planlar yaparken, başımıza gelenlerden ibaret değil mi? Öyleyse? Öyleyse bizi mutlu edeceğine inandığımız arzularımız için makul yollar çizmekten ne alıkoyabilir ki? Herkes o kadar çok sebep bulabilir ki, bir tek ortak noktaları olabilir: “Ben bunu çok istiyorum” diye başlarlar. Türklerle Kürtlerin bir arada demokratik ortamda yaşamalarını çok istiyorum ve bu seçeneği seviyorum. Hepsi bu.

Türkiye’nin geleceğini şekillendirecek, Türkiyeli bir kuşağın politik temsilcileri olarak hayallerimizi nihai, kolektif faydamız olan demokrasi içinde gerçekleştirebiliriz. Türkiyeli bir kuşak olarak bizlerin gerçek politik projesi, demokrasi dışında bir şey olamaz.

Artık ‘silahsız siyaset’ dönemine geçmeliyiz. Bu en zor ama yine de en umutlu zamanlarda bir kez daha ve yine birlikte başarma potansiyeline sahibiz. Yeter ki isteyelim. Yeter ki siyasetin değil, politikanın dili ve eylemiyle konuşalım... (Radikal)

Aysel Tuğluk
DTK Eşbaşkanı, Van bağımsız milletvekili

  • Yorumlar 17
  • Facebook Yorumları
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    • Yarımada02 Nisan 2013 Salı 11:49Filozofiye

      Bize bir filozof yeterdi hepimizin adına tüm haklarımızdan feragat eden. Filozofiye aşamasına geçmişiz, ağır bir ilkellik kokusu havada. Politikadan bahsedip apaçık siyaset yapan filozofiyemizin farklı ses çıkaran hiçbir kürde tahammülü yok. İster ağa ister şeyh ister işçi ister kadın kendi düşünce kalıpları dışına çıkan herkesi yok sayan yok eden atababası kemalizmin son mohikanı. Yolun yolumuz değil fikrin fikrimiz değil yaşam tarzın yaşam tarzımız değil.

      Yanıtla (0) (0)
    • ferzad02 Nisan 2013 Salı 12:42ne okumus bole

      komik desem değil zavalıca desem az ne desem bilmiyorum. eskiden okuyup yazana imrenerek bakardık şimdi okumayana sıradan dağ koyundekı kurde ozenir olduk

      Yanıtla (0) (0)
    • mehmet çelik02 Nisan 2013 Salı 13:33sanki hakkın vardı da

      Yarımada adıyla yorum yazan kendinden haberin yok.bir filozofiye yeterdi sen fazlasın diyor. bizim adıımıza tüm haklarımızdan vazgeçmisin diyor. yahu o alycı tavırla filozofiye dediklerinden önce sen yoktun ki haklarında olsun. senin varlığın bile onların sayesinde kabul edilmedimi ki alay ediyorsun. Sen hangi hakkı aldında o filozofiyeler senin o hakını başkasına verdiler. Seni anlıyorum çur kurcu olmaya çalışıyorsun ama beceremiyorsun yüzüne gözüne bulaştırıyorsun.

      Yanıtla (0) (0)
    • sipan yılmaz02 Nisan 2013 Salı 23:23editöre

      ben bu haber sitesinin sıkı bir takipçisi olmamama rağmen ve her okur gibi yorum yapma hakına sahibim diye düşünüyorum. benim yorumlarımı türklerin haber sitelerinde kesintisiz yayınlamasına rağmen bu haber sitesinden yayınlamasına gercekten ibretle izliyor ve esefle kınıyorum. bunu hiçbir zaman unutmayın hayata korkak gazeteciler tarafsız yayın yapamazlar.

      Editörün Notu: Başka haber sitelerini bilemeyiz ama biz Kürtler arasındaki ayrımı derinleştirme amaçlı, adrese teslim yorumları onaylamıyoruz. Ama demokratça eleştiriye evet diyoruz...

      Yanıtla (0) (0)
    • veysel keten02 Nisan 2013 Salı 14:44YARIMADA

      Yarımdan kurtulman için sana önerim. Çok oku çok dinle. Bilmeden konuşma. Hani derler ya; Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak, işte senin durumun bu söze uygun düşüyor ve sen bu yüzden yarımsın sanıyorum. Sayın Aysel TUĞLUK'un bu enfes yazısına da böyle dersen iflah olmazlardansın demektir.Yazık.

      Yanıtla (0) (0)
    • sipan yılmaz02 Nisan 2013 Salı 16:49kemalist

      yüzyıllardır kürtleri ezmeye değistirmeye ve yok etmeye çalışan türkler. 21. yy yeni kürdünü yaratmaya çalısıyorlar bunun başrol oyuncusu öcalan ve tabiki katalizator görevini yapmaya çalışan onun etrafında aysel tuğluk gibi düşünen insanlar. sizin bu emelleriniz asla amacına ulaşmayacaktır. nasıl her insanın kaderi farklı ise kürt milletinin kaderide yasamı ve bakıs acısıda farklı olup türklerle hiç bi şekilde benzememektedir. kürtler ne türklerle ne araplarla nede iranlılarla bir olmayacaktı kendi basına hür ve bagımsız bir devlet olacaktır

      Yanıtla (0) (0)
    • Yarımada02 Nisan 2013 Salı 17:19Veysel Keten

      Sen tam müritlerdensin anlaşılan. Yarım aklınla bana öğüt vermekten çok uzaksın. Çok okuyup çok dinlemem gerektiğini yarım asır önce öğrenmiştim. Yarımada bir rumuz sadece, bununla bilgimi ölçmen ayrıca çok tuhaf. Niye bu rumuzu kullandığımı anlatsam müritlik duyguların isyan eder. Bu nedenle açıklamıyorum, yoksa yazık olur zataline...

      Yanıtla (0) (0)
    • derya02 Nisan 2013 Salı 18:29Tuğlukun enfes yazısından bir bölüm daha

      "Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir' sözleriyle M. Kemal'i ilahlaştırıyor adeta (Radikal, 27 Mayıs 2007; http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=7097).

      Yanıtla (0) (0)
    • urafali02 Nisan 2013 Salı 18:50ortak m.vekili

      gülsem mi aglasam mı bilemedim komık desem degıl zavallıca desem onu halkımıza yakıstıramıyorum.

      Yanıtla (0) (0)
    • Cahiz02 Nisan 2013 Salı 22:11Medinetul Fadıla

      Aysel tuğluk tam olarak iç-oryantalist bir bakışla bu yazıyı kaleme almıştır. Tuğluk acaba Agora'da kendisine zehir içilen Socrates'in hikayesini de anlatacak mıdır? lingusitik bir izaha dayanarak siyaset ve politika üzerinden hiç de objektif olmadan ve tammamen Batı'dan yana bir oerspektifle Doğu'ya karşı bu hınç neden kaynaklanıyor. Siyasetin de Politika'nın da yüzlerce iyi ve kötü hikayesi vardır. Öyle anlaşılıyor ki Tuğluk'un Farabi'nin es-Siyasetu'l-Medeniyyesinden ve İbn Bacce'nin el-Mütevehhid (Yalnız Adam)inden haberi yok. Augustinus ve Thomas Aquinas'ın Devletinden de.

      Yanıtla (0) (0)
    • sipan yılmaz02 Nisan 2013 Salı 23:18derya hnm

      derya hnm bunların amacı kürtleri özgürleştirmek deilki bunların amacı misakı milliyi kurmak yani m kemalin hayalindeki büyük türkiye onun için bu takım atatürkü ilahlaştırıyorlar.eğer bunlara biraz daha devlet rahat hareket etmelerine izin verirse bunlar kendi elleriyele atatürkün heykelini şex saidin asıldığı yer diyarbakır dağkapı meydanına dikecekler

      Yanıtla (0) (0)
    • ULAŞ ÇELİK03 Nisan 2013 Çarşamba 00:55ALLAH AKIL VERSİ

      Editörün Notu: Değerli yorumcumuz,
      Büyük harflerle yazılan yorumları yayınlayamıyoruz. Kriterlerimize uygun olarak yeniden yorum yazmanızı diler, ilginize teşekkür ederiz...

      Yanıtla (0) (0)
    • Yarımada03 Nisan 2013 Çarşamba 11:06Mehmet Çelike cvp

      Gerçi sana cevap yazmak bile beni rencide ediyor ama ne yapalım ki aramızda senin gibi müridler biraz fazla olmaya başladı. Ne demek haklarını onlar verdi haşa bunları Allah zannediyorsan o senin problemin. Ben insan olarak doğduğumda tüm haklarımla birlikte dünyaya geldim ve bunları kullanıyorum. Sen ve A. tuğluk gibiler bu hakları birilerine peşkeş çekmekten başka bişey yapmıyor. Kürdlerin çekmediği kalmadı sizin bu lüzumsuz beyanatlarınızdan. Kürdleri rahat bırakın ve İzmirlilerle birlikte Kemalist olun. başka ihsan istemez....

      Yanıtla (0) (0)
    • spata kurd03 Nisan 2013 Çarşamba 13:4312

      özerklikten vazgeçenlere kürd halkı asla affetmeyecektir

      Yanıtla (0) (0)
    • zamanmahir03 Nisan 2013 Çarşamba 14:04otoasimilasyon

      "Ne Türkler bin yıl önce Orta Asya’dan gelmiş bir halktır, ne de Kürtler on bin yıldır Mezopotamya’da yaşayan bir halktır. Her ikisi de son bin yıldır şu veya bu şekilde birlikte yaşamış, bambaşka bir etnisite oluşturan iki halktır." diyor.

      Bir dogruluk var gibi! Aysel hanim gibi, onlarca halk, milyonlarca kisi Anadoluda asimile edilmis, kendi kimliklerine dillerine, kültürlerine artik yabancilasmis ama Aysel hanimin dedigi `bambaska`etnisite degil, "Türk " diye bir etnisitedir. Zoraki türklestirme anlasiliyor da, bu otoasimilasyona ne denmeli! Milyonlar adina siyaset yaptigin toplu

      Yanıtla (0) (0)
    • bozo03 Nisan 2013 Çarşamba 15:22kürt

      onu bunu bilmem ama burda nutuk atanların bazıları 10 yıl önce kürdüm demekten çekinirdi hata milyonlarcası kürdüm demekten çekinirdi ya şimdi. kürde kendisini ifade etmeyi kimse vermedi kürt bu hakkını direnenleri sayesinde aldı ve bunu dahada geliştirecek tabiki bazıları pc arkasında kolayını yapacak hiç biri kendini riske atmayacak ama kendini riske atanlara saldıracak çünkü ancak böyle tatmin olup günahlardan kurtulacaklarını düşünürler

      Yanıtla (0) (0)
    • Yarımada04 Nisan 2013 Perşembe 11:42Her şey bir yana

      Her şey bir yana ama bu kadının kürdleri temsil etmesine gönlüm razı değil arkadaş ne yapayım. İster beğenin ister beğenmeyin ben oyumu bu kadına vermedim ve 10000 yıl geçse buna verecek tek bir oyum yok.

      Yanıtla (0) (0)
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89