Şu darbe girişimlerini, rejim tehdidi algısını anlamakta hep zorlanmışımdır. İslami çevreyi, artık demode olsa da halen kullanılan bir tabirle İslamcıları iyi tanıyor olmamın payı var herhalde. Bir iddialara bir de bizim eski İslamcıların haline bakınca şu bizim ordu ne beyhude işlerle uğraşıyor demeden edemiyor insan. İslamcılığın Türkiye'deki tarihi bile böyle bir potansiyel olmadığını anlatır bize. Mevcut potansiyel kişiler ise İstiklal mahkemelerinde asılarak yokedelir. İzleri kitapları ise yakılır ve bu döneme ilişkin karanlık ise hala devam etmektedir. Kalanların da sorun çıkarmadan iyi Müslüman olmak ile yetindiğini de göz önüne alınca, zaten bu topraklarda böyle bir tehlikenin işaretlerine resmi tarih mitleri dışında rastlanmadığını düşünüyorum. Türkiye'nin uluslaşma sürecinde, uluslaşmaya katkı sağlayacak miktarda İslamlaşmaya izin verilmiş, "İslami bir devlet kurma" fikri ise 11.Yüzyıl'dan bu yana zaten Müslüman olan, hiç sömürgeleşmemiş bu topraklarda hiç bir zaman tehlike oluşturmamıştır.
Benim kuşağımda, özellikle 80 sonrasındakilerin İslam algısı farklıydı. O dönemde İslam'ı sadece bireysel manada yaşanan bir din olmanın ötesinde, bir ideoloji olarak görme ve buna uygun bir siyasi yapı oluşturma deneyimleri yaşandı elbette. Burada 80 öncesinin kendini gizleyen, korkak bir tutum benimseyen Müslümanlarına tepkinin de payı vardır kuşkusuz. Bu konu tartışıldı ancak İslam'ın herkesi birey olarak kuşatan söyleminin bir ideolojik yapılanmaya müsait olmaması nedeniyle bu yaklaşım çok fazla temel bulamadı. Ya da İslam'ı bir siyasi felsefe ve ideolojik yaklaşım ile yorumlayacak iyi bir teorisyen bulunamadı, ortaya çıkmadı.
80 sonrası İslami bir yaşam prensibi ile hayatlarını şekillendiren kuşak olarak aramızdan önemli isimler çıktı. Elbette hepimiz değişim geçirdik. Geldiğimiz yer ile bulunduğumuz yer arasında mesafe bazılarımızda çok fazla. Ancak en çok erkekler değişim geçirdi. Bazılarının 10 yıl önceki halleri ile bugünkü hallerini karşılaştırınca ortaya çıkan tezatlar yakın tanıkları olarak bizleri bile şaşırtıyor. Peki, ne oldu? Nasıl sol kendini bitirdiyse İslami kesim de kendini bitirdi. Mustazaf, yani zayıf bırakılmışların yanında onların haklarını savunmayı amaç edinerek müstekbirlere yani hakkı olmadığı halde güç ve zenginlik sahibi olanlara karşı onları savunanlar bugün taraf değiştirdi. Ne İslamcılık ne de Müslümanlık gerekleri itibarı ile artık eskisi gibi tartışılmamaya başladı.
Eski İslamcıları en çok yoksulların sofrasından kalkmak Müslümanlıklarından uzaklaştırdı. Onlar mustazafların haklarını savunmaktan vazgeçince müstekbirler safına yaklaştılar.
Benim tepkim, bugünkü yaygın, sığ ve sınıfçı yaklaşım sahiplerinin tepkisine neden olan yaşam tarzlarını değiştirmelerine değil, eski İslamcıların ilkelerini değiştirmelerinedir. İlkeler değişince hassasiyetler de değişti, aralarındaki ilişkiler de değişti. Ve hatta birçok eski dost bugün çıkarları, konumları, tarafları itibarı ile düşman haline geldi. Mesela eski dostlar Ahmet Hakan, Akif Beki, Ahmet Kekeç ve daha pek çoğu gibi. Bir dönemin saygın isimleri bugün neredeyse birbirlerine şeytan görsün yüzlerini diyecek duruma geldi. Ne oldu?
80 sonrası ortaya çıkan kuşak olarak biz, kendimizi önceki kuşaklardan farklı olarak bilinçle seçilmiş Müslüman kimliğine sahip olmaya odaklamıştık. Bu nedenle ilkelerimiz, hassasiyetlerimiz ve her şeyden önce mustazafların yanında yer alma konusunda kararlılığımız vardı. Sözde değişmese de özde bunun değiştiğini gördüğümüz bu durum, elbette içeride ve dışarıda eleştirilmeyi hak ediyor. Ancak eleştiri kişiselleşip, kişilerin özelleri, zaafları, sırlarının ifşasına dönünce ortada değişim değil ihanet söz konusu olmaya başlıyor. Benim bugün İslami camiada gördüğüm ise değişimden ziyade ihanettir. İhanet ise bir ahlak sorunudur. Bu nedenle "Gıybet Forewer" ismini ve böyle bir programı ilk ortaya atan kişi olarak bu amaçla açılan köşelere, birbirine neredeyse küfreden, beddua eden eski dostlara ve bir gurup halinde yazıldığını düşündüğüm Ahmet Arsan köşesi yazarlarına naçizane tavsiyem, bu dünyanın etme bulma dünyası olduğunu unutmamalarıdır. Başkalarının canını acıtmadan da dedikodu yapılabilir elbette, ancak mahalle şerefini beş paralık edenler kendi şereflerini de beş paralık ederler. Kimse bilmese bile yaradan bilir. Bu arada insanların canını acıtmayı önemsemeyenlerin, kendi canları acıyınca niye bu kadar acı çektiklerini hiç anlamam.
(yukarıdaki isimlerin İslamcılık ile ilgisi yoktur, sadece camia münasebeti ile örnek verdim)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.