Cemaat hakkında kitap yazmak tutuklanma sebebi midir bilemem. Ancak Avcı'nın tutuklanma nedeni ve öncesinde gelişen olaylar konusunda hepimizin kafasının karışık olduğu bir gerçek. Doğru hangisi? Ne düzmece? Ne gerçek? sorusunun cevabını hepimiz arıyoruz. Avcı'nın başına geleceklere yorum yapabilecek bir bilgiye sahip değiliz elbette. "Kurtlukta düşeni yemek vaciptir" sözünün gerçeğine, tarihin de hayatın da içinde belki binlerce kez şahit olduk. Bu acımasız kurt kanununa teslim olmadan olayları değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. Bu meselede beni en çok rahatsız eden noktalardan birisi "Avcı'nın kadınları" tanımlaması çerçevesinde eşine ve arkadaşı olduğu iddia edilen bir diğer kadının açıklamaları ve aralarındaki tartışmanın konunun önüne geçmesi oldu. Ve tabi ki Avcı'nın kadınları olarak tanımlanmaları ayrı bir zihniyet ve dil sorunu. Medya bu meselede cinsiyetçi dili ve tanımlamaları ile ne kadar erkek olduğunu ortaya koydu. Ve hatta ne kadar maço olduğunu.
Bizi Avcı'nın kadınları değil kendisi ilgilendiriyor. İki kadının açıklamaları ve düelloya teşviki gerçeği karartmak ve perdelemekten başka işe yaramıyor. İçimizdeki özel hayat röntgenciliğini körüklüyor. Gerçek ne sorusuna eksen kaybettiriyor. Kadınları yine önemli bir gündemin önüne geçiriyor.
Avcı'nın tutuklanması nedeniyle zihnimizdeki sorular bir tarafa cemaatler meselesini sadece Gülen cemaati ile sınırlamadan konuşmalıyız. Artık soğuk savaş yıllarında yaşamıyoruz. Bu nedenle gizli saklı olmaya gerek yok artık. Açıkça konuşmalıyız ki güç ve çıkar çatışmalarına inançlarımız kurban olmasın. Değerler ve inançlar perdelenmiş hedeflerin önüne kalkan olmasın.
Cemaatler ile bir inanç ve değerler konusunda yapılanmaları ve ilkeleri itibarı ile Müslüman kardeşliği fikrine zarar verdikleri düşüncesini taşıyorum. Bu nedenle de böyle yapılara hiç bir zaman yakınlık duymadım. Bir de ne giyeceğime, ne zaman başımı örtüp açacağıma, dini hangi kitaplardan okuyacağıma, kimin tefsirini, hangi hadisleri, hangi yazarları, hangi dergileri okuyacağıma, nereden alışveriş yapacağıma, hangi televizyonu seyredeceğime hep kendim karar vermek istedim. Ancak bunun tersi tercihleri olanlara da elbette saygı duyarım. Kimin nereye kime bağlanacağı, kimi önder seçeceğine elbette biz karar veremez ve bunu da yargılamayız. Bu bir gönül ve ruh meselesidir.
Ancak cemaatler ile birçok yerde fikir ve inanç birliğine sahip olsak da onlar "bizden olan ve olmayan" ayrımını derinleştirdikleri sürece bu konu bizim tartışma alanımıza girer. Ki bugün gelinen nokta da bu. Cemaatin okulları, cemaatin kurumları, cemaatin işletmeleri ve adamları sanki özel vip Müslüman muamelesi görmek istiyor. Yapılanmalarını, değerlerini, davranışlarını tartışmaya açmıyorlarsa bir sorun var demektir. Bu mesele Türkiye'de inanmayanlardan daha çok dindarları ilgilendiriyor. Çünkü cemaatlerin dindarların içinde oluşturdukları fay hatları ve etkileme mekanizmaları onları değil inananları etkiliyor. Bu nedenle yok sayamayız. Bu noktada itirazları olan ama cemaatten zarar görmekten korktuklarını söyleyen bir çok insan var. Dışlanma, desteksiz kalmak korkusu korkuların başında geliyor. Böyle bir korkuyu anlamsız sayan birisiyim ki zaten cemaatlerin buna itirazları varsa, kamuoyunda bir yanlış anlama olduğuna inanıyorlarsa, bu tartışmalara destek çıkıp şeffaf ve açık olarak yanlış anlamaları düzeltmeleri gerekir.
Şimdi farklı yerlerde olsak da 1980 sonrası fikir hareketlerinin içinde bulunan arkadaşlar ile zaman zaman bir araya geliyoruz. Elbette bu toplanmalarda cemaatler de konuşuluyor.
Her şeyden önce bunlar bir dini hareket midir sorusu tartışmalarımızda ilk sırada yer alıyor. Kimine göre Said Nursi'den başka dini kaynağı esas almayan Nur hareketi farklı bir dini hedef ve söylem içermiyor. İyi, zararsız Müslüman olmak dışında nihai bir amaç hareketin içinde yok diyenler ile tam tersini savunanlar delilleri ile kapışıyorlar.
Diğer cemaatler bir tarafa Gülen hareketini toplumdaki etki mekanizması açısından Kadıyaniliğe benzetenler de var, buna karşı çıkanlar da var. Katılmasam da özellikle bu hareketi Anadolu Müslümanlığının keşfi olarak yorumlayanlar da var, halkın devşirildiğini söyleyenler de. Ortada ideolojik bir söylemin olmaması, aidiyet, adanmışlık, inanç benzerliği, modern dünyanın girdaplarında huzur arayışları, kötü alışkanlıklara karşı panzehir gibi açıklamalar zahirdeki "bizden olmayanlara" yer vermeyen yapılanmayı açıklamıyor. Hükümetlere karşı tutumları, işbirlikleri, devlet ile ittifakları, muhalefetleri, sivil toplum çalışmaları, yayınları ile karşımızda dev bir insan topluluğu ve mekanizma var. Bu mekanizmanın iyi insan olmak dışında başka hedefleri var mı sorusunu sormaya hepimizin hakkı var. Çünkü medyadan ticarete, eğitime, bizden olmayanlar özellikle sol, liberaller vitrinde büyük bir tolerans ile yer bulabilir. Ama mutfaklarda asla! Mutfaklara alınmayan yabancılar içinde diğer dindarlar da vardır.
Cemaatlerin fikirlerini, inanç değerlerini, yapılanmalarını açıkça anlatmaktan kaçınmamaları gerekiyor. Çünkü çocuklarımızı onlara emanet ediyor, kurbanlarımızı, yardımlarımızı onlara yönlendiriyor, kapılarımızı onların sohbetçilerine açıyor, davetlerine icabet ediyorsak onlar da bize kendilerini daha açık ve şeffaf olarak anlatmalılar. Bizim de öteki dindarlar olarak olan biteni bilmeye, anlamaya hakkımız var. Yoksa modern dünyanın Müslümanlarına biçim vermek hareketi, dindarlar arasında bir derin ayrışmayı da beraberinde getirecek. Bu ayrışmayı cemaatten olmayanı "bizden olmayan" olarak tanımlayan, Allah rızasını kazanmayı amaç edinmiş olduklarından şüphemiz olmayan Müslümanlar yapacak ne yazık ki!
Ayşe Böhürler - Yeni Şafak
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.