12 Eylül referandum sonucuna ilişkin en çarpıcı ve aynı zamanda doğru değerlendirmeyi geçen gün İsmet Berkan’dan işittim. Radikal ve okurlarıyla vedalaştığı yazının çıktığı gün. İznini almadan belirteyim bari; “Bu referandum sonunda ‘Evet’ de çıksa, ‘Hayır’ da çıksa, kaybedeni belli: MHP” dedi.
“Evet” oyları içinde ne kadarı Ak Parti’ye ait, “Evet”lerin ne kadarının 2011 seçimlerinde sandığa Ak Parti oyları olacak gideceğini bilmek, görmek mümkün değil. “Evet”çilerin önemsenmesi gereken bir oranının Ak Parti seçmeni olmadığını söyleyebiliriz.
Aynı durum “Hayır” oyları için de geçerli. Ama burada bir fark var. Muhalefet, “Hayır” kampanyasını iktidar partisini de yer yer tuzağa düşürecek biçimde “Ak Parti’ye hayır” kampanyasına dönüştürebildi. Sanki anayasa değişikliklerini değil de, Ak Parti’yi hatta daha da spesifik biçimde Tayyip Erdoğan’ı oylamaya gidilecek 12 Eylül’de.
Toplum nabzını anlamak için pek sık başvurulan taksi şoförlerinden biri bana geçen gün, anayasa değişikliklerinden yana olduğunu ama Tayyip Erdoğan’a çok kızdığı için “Hayır” oyu vereceğini söyledi. Benim karşı argümanlarım üzerine taksiden inerken, kafasının bir nebze karışmış olduğunu da söylemeliyim.
Herşeye rağmen, “Hayır” oylarının oranı ne olursa olsun, bunun “aslan payı”nı CHP’nin ve yeni genel başkanları Kemal Kılıçdaroğlu’nun üstleneceği anlaşılıyor. MHP’nin bir itibar ve onunla birlikte “inandırıcılık erozyonu”na uğradığı, son bir kaç ay içinde ayan beyan ortaya çıktı.
Bunun bir göstergesi Tayyip Erdoğan’ın son haftalardaki söylemi. Başbakan, anayasa değişikliklerinin özünü anlatmak ve vurgulamak yerine, bir seçim kampanyasında rastlanacak türden polemiklerle, esas olarak Kılıçdaroğlu’yla didişmeyi seçti ve bunu yaparken daha ziyade MHP’ye uyacak bir dil seçti.
*** *** ***
Bu bakımdan, Tayyip Erdoğan’ın bugün pek merakla günlerdir beklenen Diyarbakır konuşmasında ne söyleyeceğini hiç merakla beklemeyenlerden biriyim.
Başbakan’ın Diyarbakır’da Türkiye’nin Kürtlerine seslenmekten ziyade, Diyarbakır’dan “Fırat’ın batısı”na seslenmeyi, böylece MHP’nin altını oyma bakımından, Orta Anadolu’da MHP’nin altından daha da güvenceli biçimde çekmek için Diyarbakır’dan verilecek mesajın daha etkili olduğunu tasarladığını seziyorum.
Zaten MHP’deki kan kaybı ve zayıflama, esas olarak, Orta Anadolu ve Karadeniz’de Ak Parti’ye zemin kaybetmesiyle gerçekleşiyor. Türkiye’de “anti-Kürt milliyetçilik”, Türklerle göçmen Kürtlerin birarada, yanyana yaşamaya başladığı Ege ve Akdeniz gibi bölgelerde canlanıyor. 29 Mart 2009 yerel seçimleri bu “trend”e işaret etti.
O bölgelerde MHP’de bir yükseliş gözlendi ama Kemal Kılıçdaroğlu CHP’si, Trakya ile birlikte kendi geleneksel güç merkezinde gelişirken, MHP’yi geri itti.
Orta Anadolu’da ise Ak Parti, MHP’yi geleneksel zemininden sökmüşe benziyor.
Bu “kayma”lar, Başbakan’ın söylemini de MHP’yi eritmek üzere, onun söylemlerinin bir bölümünü ödünç almaya kaydırdı.
MHP’nin bir “gelecek” ve onunla ilişkili bir “Türkiye projesi” yok. Güçlü “anti-Kürt” tonlar taşıyan bir milliyetçi söylemden öteye bir sermayesi de göze çarpmıyor. Diyarbakır’a gidemeyen bir lidere sahip, Güneydoğu’da yok olmuş bir partiden söz ediyoruz.
Buna karşılık, ondan “ödünç” söylemle birlikte Diyarbakır’a gidebilen bir Ak Parti lideri ve Güneydoğu’da BDP ile sıkı bir rekabete girişmiş bir Ak Parti mevcut.
Tayyip Erdoğan, belirgin bir “anti-Kürt” söylem taşımamakla birlikte, MHP’ye meyledecek seçmenlerin duyarlılıklarına hitap edecek türden Abdullah Öcalan ve idamını kimin, nasıl kaldırıldığına ilişkin söylemi, ayrıca “genel af”a karşı Kılıçdaroğlu ile polemik uğruna kategorik bir ret dili tutturması, Ak Parti’nin MHP’nin temellerini sarsmasına imkan sağlıyor.
*** *** ***
Bütün bu nedenlerle, Tayyip Erdoğan’ın bugün Diyarbakır’da Kürt sorununa ilişkin bir “tarihi konuşma” yapacağını bekleyenler hayal görüyorlar demektir.
Tarih, 12 Ağustos 2005 değil. 3 Eylül 2010. Referanduma 9 gün kalmış ve Tayyip Erdoğan, elinde bir “hesap cetveli”, Diyarbakır’da ona göre konuşacak.
Diğer partilerin tümünün aksine BDP’nin seçmen tabanında “çekirdek” ya da “kemikleşmiş” oran çok yüksek. En az yüzde 70’lik bir seçmen, BDP’nin “çekirdeği”. Bu oran, BDP’nin referandum “boykot”una kesin bir disiplinle uyacak. Tayyip Erdoğan ağzıyla kuş tutsa, bu oranı çözemez .
Çözmesi için ağzıyla kuş tutması gerekir ki, bu da Kürt sorununun çözümüne ilişkin gayet radikal yepyeni söylem demektir. Öyle yapması ise, MHP’nin kaygan tabanından çektiği kesimi MHP’ye iade etmesi, kendi kaygan tabanını da MHP’ye meylettirmesi demektir.
Tayyip Erdoğan’ın elindeki “hesap cetveli” böyle söylediği için, Başbakan, 12 Ağustos 2005’tekine benzer, o konuşmasını hatırlatacak şeyler söylemeyecektir Diyarbakır’da.
Zaten ne söyleyeceğini söyledi: “Ankara’da ne ise, Diyarbakır’da o.”
Kürt sorununa ilişkin şu aralar Ankara’da çözüm doğrultusunu ifade eden bir şey söylemedi ki, Diyarbakır’da söylesin.
Bu konuda önemli olan 3 Eylül değil. 13 Eylül sonrası...
Cengiz Çandar
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.