Son zamanlarda özellikle Uludere katliamı ve havaların ısınmasıyla birlikte artan PKK eylemleri yüzünden acil çözüm bekleyen Kürt sorunu yeniden Türkiyenin gündemine oturdu. Toplumun her kesimi tartışıyor. Herkes fikrini (ki bazılarının dile getirdikleri şeyler, fikir sınırlarını zorlayıp daha çok Kürtlere hakarete varıyor) söylüyor.
Yıllarca Kemalist Türklere karşı mücadele eden Kürdler, iktidar Türkiye’de el değiştirince bugün artık İslamcı Türklere karşı mücadele etmek zorunda kaldılar. Acaba mazlumlardan yana olan islam dinine inanan ve onun adaletini kendine ilke edinmiş olan islamcı Türkler, Kürdlerin en doğal haklı taleplerine ne karşılık vereceklerdi? İşin içinde kardeşlik hukuku var. Dindaşlık hukuku var. Aynı ümmetin birer parçası olma durumu var. Kemalistler yıllarca AB’ nin peşine takıldılar, onun gibi olmayı arzuladilar ama her nedense Kürd sorununu AB hukukuna göre çözemediler. Sözkonusu Kürdler olunca AB hukukunu kilimin altına sakladılar. Peki acaba İslama gönül vermiş İslamcı Türkler, iş Kürdlere gelince İslam hukukunu işletme vijdanını gösterebilecekler mi? Sonuçta bugün iktidar onlarda. Ordu onlarda, yargı onlarda, medya onlarda.
Bir taraftan Uludure tartışmaları, bir taraftan İslam hukukuna göre Kürdlerin hakları var mıdır, yok mudur tartışmaları almış başını gidiyor.
Fakat bir şey dikkatinizi hiç çekiyor mu?
Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğanın son zamanlarda Kürdler ve Kürd sorunu hakkında dile getirdiği şeyler çok şaşırtıcı. Bir zamanlar kendilerini Türkiyenin demokratikleşme moturu ve Kürd sorununu çözebilecek yegane güç olarak gösteren bu hükümetin başbakanı, bugün artık Kürdlerle ilgili konuştuğunda, bir başbakandan çok, bir sokak kabadayısı gibi dayılana dayılana konuşmaktadır. Bir zamanlar Türkiye toplumuna hitap ederken, Kürdlerin değerleri olarak kabul gören Ahmede Xane, Feqiye Teyran ve Musa Anter’lerden örnekler veren, onları anan aynı başbakan bugün sözkonusu Kürdler olduğunda bir MHP’liden bile daha düşmanca sözler sarfetmektedir. Milyonlarca insanın oy verdiği bir Kürd partisini ve dolayısıyla o milyonlarca insanı hiç tereddüt etmeden “kalleş” olarak tanımlıyor.
Aslında Türk islam çizgisinden gelen Türklerin bilinç altında çok kalın bir milliyetçilik vardır. Her ne kadar ümmetçiliği savunsalar bile, esasında ümmetten anladıkları şey millettir. Bu ümmetin içinde Türklerin dışında kimseyi sevmezler. Arapları günahları kadar sevmezler. Farsları sevmezler. Kürdleri daima hayvanlar ile aynı statüde görürler. Sanki Allah Türkleri, topraktan değilde, ak sütten yaratmış. Dünyanın en temiz, en dürüst insanları Türklerdir. Türk kelimesi kutsallıkla eş değerdedir. Yüce Allahın yer yüzünde istediği ilahi adaleti sağlayabilecek tek millet var, o da Türklerdir. Osmanlı imparatorluğunun uzun tarihi geleneği bunlara olduğundan fazlasıyla güven veriyor. Müslümanlar kötülükle mücadele etmesi için Mehdiyi beklerken, Türk islamcılar yeniden bir osmanlı imparatorluğu beklemektedir adeta.
Ümmetçiliği en çok savunanlardan biri olan Fetullah Gülenin başında bulunduğu Gülen cemaatinin son 10 yıldır düzenledikleri Türkçe olimyatları bile başlı başına, Türk dindar veya ümmetçilerinin aslında ne kadar da boğazlarına kadar milliyetçiliğe saplandıklarının en açık örneğidir. Türklüğü dünyanın her yerine yayma hevesi, ümmet fikri ile ne kadar da çelişkili duruyor! Yeşil Faşizm tam da budur işte. Dünyanın her yerinde açtıkları okullarda öğrencilere, İslam dininden çok Türklüğü aşılamaktadırlar. Aslında buna Yeni Osmanlıcılık da denebilir. Osmanlı devleti, dini kullanarak milletleri kendi egemenliği altında bulunduran bir oluşumdu. Türk İslamcılarının bugün en büyük ülküsü budur. Osmanlı ruhunu yeniden canlandırmak! Türklüğü din ile harmanlayıp, ulaşabildikleri her yere yaymak!
Recep Tayyip Erdoğan, bu projenin siyasi lideridir. Dikkat edin, son zamanlarda Arap Baharı ile birlikte ortadoğuda Türkiye’yi tıpkı Osmanlı zamanında olduğu gibi yeniden etkin konuma getirmek istiyor. Özellikle de Sünni Müslümanların yaşadığı coğrafyalara daha büyük ilgi göstermesi manidardır. Eskiden Şii coğrafyasına hükmeden daha çok Safevilerdi. Türkiye, oluşan yeni dünya konjoktüründe eski egemenliğini geri arıyor.
Türkiye, parçaların üstüne kurulmuş bir bütündür aslında. Doğal değil, sunnidir. Tıpkı dizden aşağısı yıprandığı için kesilmiş bir pantolon gibidir. Üst kısımlar yamalarla kapatılmış ve dizden aşağısı çıplaktır. Batılılarda kısa pantolon modadır ve çok beğenilir ama doğuda tam tersidir. Uzun pantolon daha makbuldur çünkü dizleri ve baldırları kapatır. Türkiye Cumhuriyeti üstündeki kısa pantolonla batıya daha yakın hissetmiştir kendisini ama o da yıprandığı ve yamalarla kapatıldığı için batı dünyasında çirkin gözükmektedir. Yani mevcut haliyle ne batılı ne de doğulu olmayı becerememiştir. İkisinin arasında bir acayip hal almıştır. Batı, onun yırtık pantolunu ile dalga geçer, doğu ise “sen bu halinle artık bizden değilsin” der.
Kemalist sistem 80 yıl boyunca Türkiyeyi işte böyle baldırı çıplak ayakta tuttu. Ama artık pantolon tam yıpranmış ve yama bile işe yaramamaktır. Mahrem yerleri inceden inceye görünmeye başlamıştır.
Şimdi ise iktidarda Erdoğanın başını çektiği neo-islamcılar vardır. Doğuya daha yakındırlar. Ama eskiden olduğu gibi tekrar doğulu olabilmesi için evvela şu yırtık pantolondan kurtulması gerekmektedir. Baldırlarını kapatabilecek yeni ve uzun bir pantolona sahip olmak istiyor.
Türkiyenin içinde bulunduğu durumu daha rahat izah edebilmek için yukarıdaki pantolon örneğini kullandım.
TC, doğu ile batı arasında sıkışmış ve artık çatırdamaya başlamıştır. Batı, mevcut haliyle Türkiyeyi asla AB’ye almaz. Türkiye bunu çok iyi biliyor. Dolayısıyla kendi geleceğini doğuya açılmakta görüyor. Erdoğanın sıklıkla bahsini ettiği ‘Hedef 2023’ projesi budur. Aslında Türkiyenin durumunu en iyi analiz eden ve onu bekleyen tehlikeleri gören tek liderdir Erdoğan. CHP nin bu tür şeyleri anlamaya kafası yetmez. Onlar, Atatürkün kendilerine hediye ettiği yırtık pantolondan çok memnunlar.
Tam on yıldır, gerek Erdoğan gerekse de etrafındaki danışmanlar harıl harıl 2023 projesi için çalışıyorlar. Kürdler de tam bu noktada önem kazınıyor, çünkü bu projenin başarıya ulaşması Kürdlere bağlıdır. Zaten bizim Türklerle olan bin yıllık tarihimiz de hep böyle tekerrür etmemiş midir? Türkler sıkışır, Kürdler can simidi gibi devreye sokulmaya çalışılır.
Ortadoğuda yeni bir yüzyıl başlıyor. Eski statüko parçalanıyor, sınırlar zorlanıyor. Batının ekonomik çıkmazları doğuyu acayip cazip hale getiriyor. Batı, doğuyu kendi pazar alanına çevirmek için doğuyu değiştirme ihtiyacı duyuyor. Son yüzyıldır, doğudaki diktatör sistemler varlıklarını sürdürebilmek için kendi halklarını koyunlaştırmaktan öte bir şey yapmadılar. Sizce doğu ülkelerinde bilgisayar kullanım oranları nedir? Veya son model araba alma oranları? Veya en yeni çıkan televizyonları alabilecek insanların oranı nedir? Bilgisayardan anlamayan neden bilgisayar alsın? Veya son model bir araba alacak gücü olmayan bir doğulu, batının pazarına nasıl para aktarsın? Bunları yapabilenler, diktatör rejimlerin etrafında kümelenmiş nicelik olarak çok dar gruplardı bugüne kadar. Bunlar, bu ekonomik çıkmazda batı pazarının ihtiyaclarını karşılamakta çok yetersiz kalıyordu.
Büyük ortadoğu projesi budur aslında. Siyasi boyutundan çok, ekonomik boyutu vardır. Hatta siyasetine yön veren ekonomik boyuttur. Herkes batılı güçlerin sadece petrol için doğuda olduğunu sanıyor. Veya dinler savaşından bahsediliyor. Ama bu çok yetersiz bir saptama.
Büyük ortadoğu projesi, esasında ortadoğu insanını batı pazarlarının ihtiyaçlarını karşılayabilecek konuma getirmektir! Vaad edilen özgürlük bundan öte bir şey değildir. İnsanlar, kendilerini koyunlaştıran ve çağdaş dünyadan mahrum bırakan diktatörlüklerden kurtarılacak, hayatın bir çok alanında batının istediği ölçekte bilinçlendirilecek ve batının onlara satmak istediği malları alabilecek konuma getirilecekler.
Bu noktada en güzel örnek Güney Kürdistan örneğidir. Saddamın zulmünden kurtarıldıklarından beri özellile ekonomik alanda çok büyük gelişmeler yaşadılar. Örneğin son model araba satışları rekor düzeyde. En son çıkan telefonlar ve bilgisayarlar hakeza yine öyle. Hayat değişiyor, yenileniyor. İnsanlar teknikten daha çok anlamaya başlıyor ve ilgi duyuyorlar. Bilinçleniyorlar. Batı ordan artık para kazanıyor.
Türkiye tam da bu noktada ölümle kalım çizgisinin arasında durmaktadır. Bu kadar büyük bir projeye karşı nasıl direnebilir? Ne yapması gerekiyor? Sonuçta Türkiyenin, hem siyaseten hem de ideolojik bakımdan ortadoğudaki diktatöryel sistemlerden pek bir farkı yok. Türkiye batı için büyük bir Pazar konumunda zaten ama işin içine Kürdler girince işin rengi birden değişiveriyor. Kürdler, Türkiyenin zulümkar ve baskıcı kimliğinin tescilidir. 90 yıldır türkiye tarafından her türlü gelişmeden mahrum bırakılmışlardır. Çağdaş dünya ile uyuşmayan 20 milyonluk bir kitle oluşuvermiştir.
Güney Kürdistan’ın kısa veya orta vadede bağımsızlığını ilan etmesi artık mümkün hale gelmiştir. Büyük ortadoğu projesi kapsamında bağımsızlığını ilan etmiş ve ekonomik olarak refah düzeyini arttırmış bir Güney Kürdistan, 90 yıldır TC tarafından horlananan, dışlanan, geri bırakılan, zulüm gören ve yoksullaştırılan Kuzeyli Kürdleri mutlaka etkileyecektir. Bu etkileşim, olur da Türkiye’yi doğuya bağlayan Kuzey Kürdistan’da bağımsızlık fikrini ateşlerse?
İşte Türkiye için asıl kıyamet o zaman başlar. Erdoğanın harıl harıl üzerinde çalıştığı “Hedef 2023” projesi budur. Batıdan kopan ama Kürdler yüzünden doğudan da kopma noktasına gelen bir Türkiye düşünün!
Anadoluda ‘Türkler için bin yılın sonu mu olur acaba’ diye insan kendisine sormadan edemiyor.
Türkiye büyük bir kaygı taşıyor. Kaygı, endişe ve karmaşıklık iç içe. Kürdlere istediğini verse, daha fazlasını isterler diye endişe ediyor. İstediklerini vermezse ve eski statükoda diretirse Kürdlerde bağımsızlık fikri gelişir diye kaygı içinde. Kürdler bölgede bir statü sahibi olur diye ödü kopuyor. Sadece Türkiye sınırları içindeki Kürdlerin değil, diğer parçalardaki Kürdlerin de her hangi bir hak sahibi olmaması için elinden geleni yapıyor. Suriye lideri Beşar Esad ile yaptığı bir görüşmede, “aman Esad, Kürdlere dikkat” dediği bile bundan haftalar önce basına yansımıştı.
Türkiye kendi geleceğini Kürdlerin imha ve inkarında görüyor. Halen bile onlarda Kürdleri en azından asimile edip sisteme entegre etme umudu var.
Recep Tayyip Erdoğanın iki yıl önce başlattığı ‘Kürd Açılımı’ aslında Türkiye için büyük bir fırsattı. Hem kendi içindeki bu kangrenleşmiş sorundan kurtulabirdi hem de ortadoğuda sözü geçen bir ülke haline gelebilirdi. Kürdler ile Türkler, yeni bir bin yılın kardeşlik sözleşmesini imzalayabilirdi. Bu, Türkiyenin bin yılını garanti altına alabilirdi. Ancak hem açılım politikalarındaki belirsizlik ve karşı tarafa güven vermeyen yaklaşımlar hem de dış politikada kibirli davranıp İsrail gibi bölgenin kaderinde söz sahibi olan bir ülkeyle restleşmesi, Kürd açılımını adeta Kürd Bastırma harekatına dönüştürdü. PKK eylemlerine hız verdi. Ve Türk anneleri ile Kürd annelerinin ağlamaya devam etmesi iki toplum arasında kırılma noktaları oluşturdu, oluşturmaya devam ediyor.
Türkiye bölge politikasını ‘Mazlumlar’ üzerinden şekillendirdi. Nerde bir mazlum varsa Türkiye orada, onların yanında olacaktı. Libya, Mısır ve Suriye’de bunu bayağı işlediler. Aslında Erdoğanın Arap dünyasında ciddi bir popülaritesi de oluşmuştu. Ama siz ikiyüzlü olduğunuz sürece nereye kadar başarılı olabilirsiniz ki! Hem Mazlumların hakkını savunacaksınız hemde kendi sınırlarınız içinde yaşayan ve dünyanın en mazlum halklarından biri olan Kürdlere, dünyaya çaktırmadan her türlü zulmü etmeye devam edeceksiniz. Öldürebildiklerinizi öldürüyorsunuz, öldüremediklerinizi hapislere dolduruyorsunuz. Kuzey Kürdistan tüm zamanlar boyunca ilk defa bu kadar yoğun gözaltı ve tutuklamalar yaşıyor. Neredeyse açık bir cezaevi konumunda. İnsanları içeri tıkmak yetmiyormuş gibi, şimdi bir de siyasete karışan Kürdlerin mal varlıklarına el konulmak isteniyor. Yani sözün kısası, Türkiye başka yerlerdeki mazlumların hakkını ararken, kendi mazlumunun adeta suyunu sıkıyor.
Kürdlerin bu tür imha ve inkarcı politikalara karşı sessiz durmamaları, direnmeye devam etmeleri, kendini model olarak bölge ülkelerine sunan Türkiyenin gerçek yüzünü bir kere daha ortaya serdi. Özellikle PKK nin geçen yıl Silvan’da gerçekleştirdiği eylem, Türkiyenin aslında bir model ülke olmaktan çok, boğazına kadar problemlere boğulmuş bir ülke olduğu gerçeğini gösterdi herkese. Türkiyenin ortadoğu politikası yerle bir oldu. Zaten Erdoğanın Kürdlere ve PKK ye olan öfkesi sadece ve sadece bundan kaynaklanıyor. Bölge liderliğine kendisini bu kadar hazırlamış ve kilitlemişken, PKK Silvan’da gerçekleştirdiği eylem ile Kürd sorununu çözmediği sürece, Türkiyenin bölgede değil lider, masada oturan bir aktör bile olamayacağını hatırlattı kendisine. Erdoğanın Kürd düşmanlığı, büyük ölçüde buraya dayanmaktadır.
Yavuz Sultan Selim 16. Yüzyılda doğuya açılmak istediğinde bunun yegane yolunun Kürdler ile ittifaktan geçtiğini görmüş ve bundan hareketle onlarla ittifak kurmuştu. Bu ittifak, bugunkü Kuzey Kürdistanın (doğu anadolu) savaş olmaksızın Osmanlı toparaklarına katılmasını sağladı. Osmanlılar Safevi topraklarına girip, Tebrize kadar ilerlediler. Sultan Selim, bu ittifak karşılığında altında kendi imzası bulunan ve Kürdlerin kendi isteklerini yazacakları boş bir kağıt vermişti kendilerine. Çünkü hiç bir şeyin karşılıksız olmadığını bilen bir devlet adamıydı.
Bugün Türkiyenin içinde bulunduğu durum o dönemle çarpıcı benzerliklere sahiptir. Türkler bir kere daha doğuya açılmak istiyor ve bunun yolu yine Kürdlerden geçmektedir. Bu sefer iktidarda Erdoğan vardır. Ancak Erdoğan, Sultan Selimin tam tersine, Kürdlerden altına imzalarını attıkları boş bir kağıt istemektedir adeta. “Siz imzanızı boş kağıda atın ben sizin yerinize doldururum” diyor. Tek dil, tek vatan, tek bayrak söylemi bunun en açık ıspatıdır. Hem Kürdlerin yardımıyla doğuya açılmak, hem de onların adına onlar için neyin en doğrusu olduğuna kendisi karar vermek istiyor.
Bu düşmanca ve kendisini herşeyin sahibi gibi gören tutum devam ederse, Erdoğanın Türkiyeyi götürebileceği nihai yer bataklıktır. Sultan Selim doğuyu fethettikten sonra, oğul Sultan Süleyman bu mirastan aldığı güçle batıya yönelmiş ve avrupanın nerdeyse yarısını fethetmişti. Kürdlerini kaybeden bir Türkiye fetheden değil, fethedilen konumuna düşmekten kendisini kurtaramayacaktır.
Erdoğandan’dan bu kadar söz etmişken, PKK’nin son zamanlarda Kürdistan’da AKP’li yöneticelere karşı, kaçırma ve öldürme eylemlerine de kısaca değinmeyi hayati önemde buluyorum. Özellikle son bir kaç aydır, PKK nin AKP li yöntecilere karşı kaçırma, yaralama veya öldürme türünden eylemlerinin arttığını görmekteyiz. Siyaseten, Türkiyenin dış politikasını bir eylemle dağıtabilecek kadar becerikli olan bir PKK’nin, Kürdistan’da AKP’li yöneticelere karşı hiç yapılmaması gereken eylemlere girişecek kadar askeri dehadan yoksun olduğunu görmek şaşırtıcıdır. Düşman olarak gördüğün bir gücü dışarda aciz konuma sokabiliyorsun ama içerde onu güçlendirecek eylemlere girişiyorsun! Tuhaf bir durum. Özellikle Roboski katliamından sonra AKP de çözülme süreci başlamıştır ve devam edecektir. Dini referans alan bir partinin sözkonusu Kürdler olunca nasıl ikiyüzlülük yaptığına Kürdler her gün tanıklık etmekte ve bu parti Kürd toplumunun bütün kesimleri nezdinde itibarını kaybetmektedir. Hal böyleyken, kalkıp onun yöneticilerini kaçırmak veya öldürmek, bu partiyi tekrardan mağdur konumuna sokar ve itibarını kaybettiği toplumun önünde ona yeniden güçlenme imkanları yaratır.
Kürdler genel olarak, talep ettikleri haklarını kazanmakta her zamankinden daha fazla imkan ve olanağa sahiptirler. Sığ, ideolojik kalıplara kapılmadan, bölgedeki dengeleri iyi gözlemleyebilen ve ona göre ittifak geliştirme becerisine sahip davranışlar içinde olmak kaçınılmazdır. Düşmanlık besleyene düşman olabilmek kadar, düşmanlık besleyebilecek olanların o zeminini ortadan kaldırabilecek politik dehaya sahip olmak önemlidir.
Kürdistan her zamankinden daha fazla umutla yeni bir yüzyıla adım atmıştır. Öncelikli hedef içteki kardeşliği sağlamak olmalıdır. Nedeni ne olursa olsun, düşmanlık beslenmemesi gereken tek yer kardeşliktir. Tarih birilerini yaptıkları yanlışlardan ötürü kaybetmenin eşiğine getirirken, Kürdleri yapacakları doğrulardan ötürü kazanmanın eşiğine getirecek olgunluğa ulaşmıştır. Yazıma bu satırlarla son verirken, aklıma çok ama çok uzun zamanlar önce yaşamış büyük bir Kürd şairinin şu dizeleri geliyor; “Tarihin sırtına vurun, çünkü Kürdistan ölümün kursağına takılmıştır.”
Edip Bedirhan
Institute Time For Freedom
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.