Mehmet Altan, Yeni Şafak gazetesine çarpıcı yorumlarla dolu bir röportaj verdi. Altan, medya üzerinde askeri vesayet olduğunu iddia etti ve "Medyada bir iç temizlik şart" dedi.
İŞTE RÖPORTAJDAN SATIRBAŞLARI
*Gerek Bilgin, gerekse Babahan'ın konuşmalarından önemli bir sonuç çıkıyor. O da medyanın asıl patronunun asker olduğunun kabullenilmesidir. Bir de askeri vesayetin sürdürülmesinin asıl aracının medya olduğu açık biçimde ortaya çıktı ve bu düzeni Taraf tek başına bozdu.
TARAF'A ÖVGÜ DİZDİ: Tek başına, AK Parti hükümetine karşı girişilen illegal faaliyetleri, zaman zaman siyasal iktidarın huzursuzlanmasına rağmen demokrasinin gerektirdiği bir biçimde büyük bir medeni cesaretle açıkladı? Bu açıklamanın arkasında durdu, geri adım atmadı. Ortaya çıkan gerçekler ise sadece bugüne değil geçmişe de daha cesur biçimde bakmayı kolaylaştırdı. Bugünden itibaren artık daha açık biçimde medya içindeki Ergenekon unsurlarını konuşabilir, tartışabilir hatta onları deşifre etme konusunda daha cesur davranabilir tüm medya. Bu bir anlamda iç temizliktir. Özetle Ergenekon süreci Türkiye'deki 1. Cumhuriyet'in iç yüzünü bize net biçimde gösterdi.
BEN YAZDIM ONLAR YOK SAYDI: Dinç Bilgin çıktı, "Biz birçok konuyu görmezden geldik, mesela Kürt meselesini" dedi. Oysa ben Sabah'ta 20 yıl boyunca Gladio, Kontrgerilla, Seferberlik Tetkik Kurulu, Kürt sorunu vs. yazdım. Ama onlar birinci sayfada bir gün bile bu sorunları gündeme getirmediler. Adeta bu yazılara yok muamelesi yaptılar. Bu açıdan ben kimin nereyle bağlantılı olduğunu değil ama birinci sayfayı yapanların hangi kaygılarla bu sayfayı yaptığını bilirim. O birinci sayfayı gazeteler şekillendirirken aslında hangi güç dengelerini göz önünde bulundurarak gerçekleştiriyorlar?
MEDYADA ASKERİ VESAYET: Askerin gazeteciyi Genelkurmay'a çağırma gücü başlı başına bir vesayet aracıdır. Gazetecilikle Genelkurmay'ın ne alakası var? Bir gazete patronunu, gazete yöneticisini çok rahatlıkla Genelkurmay'a çağırabiliyorsa askerler, iş bitmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir ilişki göremezsiniz.
HAYATIN TEHLİKEDE YAZMA DEDİLER: Ben çok özgür ve rahat bir ortamda Sabah'ta çalıştım. Ancak Sabah'ın bozulmaya başlaması 28 Şubat döneminde banka satın alınmasıyla başladı. O dönem bugüne kadar hiç görmediğim, duymadığım birtakım konuşmalara şahit oldum.
Hiç unutmam bir 14 Şubat günü, hayatımın yazılara bu şekilde devam etmem halinde tehlikede olduğu gazetenin en üst yönetimi tarafından bana ifade edildi. Bu bir kez daha da tekrarlandı.
UFUK GÜLDEMİR'E ADIMI VERMİŞLER: Sonra bu işler daha da zorlamaya başlayınca hem satın aldıkları bankanın durumu, hem de 28 Şubat'ın baskısı ile aslında gitmemi istediler. Rahmetli Ufuk Güldemir kendisine 2 kişinin isminin verildiğini, onlardan birinin ben olduğumu anlatmıştı. Ancak bunu yönetimden birisi daha farklı bir şekilde söyledi. O arada bazı yazılarım konmadı. Ben onları yazdığım kitaplara koydum. Zaten bir süre sonra yazılarım 4 günden 1 güne indirildi. Uzun yıllar haftada bir gün yazdım. Ayrıldığımda da 1 gün yazıyordum. Bir Fransız atasözü vardır çok hoşuma gider: "Doğru iktidara gelmez ama düşmanları ölür". O yüzden ben bu süreçleri hatırat malzemesi olarak izlerim. Bunları ileride detaylıca anlatacağım.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.