‘Söz uçar, yazı kalır’ diyenler çok doğru söylemişler. Çoğu zaman ‘hay huy’ ve tozduman içinde söylenen sözlerin bir anlamı kalmıyor. Kalmadığı gibi bu herc-ü merç içerisinde bazen söylemek istediğiniz şeylerin tam tersi de anlaşılabiliyor, vermek istediğiniz mesajlar da ‘güme’ gidiyor.
Onun içindir ki Ramazan ayı boyunca ve sonrasında bayram süresince ara verdiğim değerlendirmelerime sözlü olarak değil, yazılı olarak başlamak istedim. Şu an Türkiye’de siyaseten tam bir kaos yaşanıyor. 12 Haziran 2011 seçimleri öncesi seçim sonrası için yaşanılması beklenen sürecin tam tersi yaşanıyor. Önce AKP’den başlayalım...
AKP, seçimlerden güçlü çıkması halinde Türkiye’nin kronikleşmiş tüm sorunlarını çözecek evrensel hukuk standartlarında yeni bir anayasa vaadiyle seçim sürecini başlattı.
PKK de uzunca bir süredir devam ettirdiği eylemsizlik kararını seçimlerden sonrasına kadar sürdürme kararı aldı ve Kürt siyaseti demokrat Türk ve Kürtlerin yıllardır arzuladığı bir şekilde ‘Emek-Özgürlük ve Demokrasi’ Bloğuyla seçimlere girdi. Bu süre zarfında sonradan kamuoyunun bilgilendiği kadarıyla Devlet ve Başbakan’ın özel temsilcisi ile İmralı ve Kandil arasındaki görüşmeler de (müzakere demek bence daha doğru) devam etti. Bizim gibi çözüm isteyenlere göre seçimlerden tam da ‘istenilen’ netice çıktı. AKP her türlü sorunun üzerine cesaretle gidebilecek seviyede % 50 oy aldı. Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu ise beklenilenin üzerinde bir sayıyla, 36 milletvekili çıkardı.
Sorulması gereken soru şu: Ne oldu da daha Meclis açılmadan, yeni milletvekilleri yemin bile etmeden/ edemeden tekrar ‘Savaş’ çıktı? Devlet-AKP veya PKK-DTK-BDP cephesinden bakıldığında herkesin kendine göre bir yorumu var. ‘Suçu’ sadece karşı tarafa yükleyen açıklama ve tavırlarla olan biteni anlamak zor. Kanaatimce süreci bu noktaya getiren gelişmeler ve doğru bir durum tespiti yapılmadan bundan sonrası için söz söylemek mümkün değil.
AKP geçmişte Kürt sorunundan, başörtüsüne kadar hangi sorunun çözümü dile getirilse, bir önceki cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i ve Siyaset üzerindeki Askerî vesayeti, ordunun karşı çıkışını gerekçe gösteriyor; AKP’ in tam olarak iktidar olamadığı belli bir sürecin geçilmesi gerektiği ileri sürüyordu. Gelinen noktada 12 Haziran seçimlerinden sonra AKP’nin halen mevcut bazı direnç noktalarına rağmen bu iddiasının ve sorunları erteleme gerekçesinin bir anlamı kalmamıştır.
Bugün ‘Devlet’ ile hatta ‘Derin Devlet’ ile AKP arasında süreci tıkayacak derecede ciddi bir mesafe kalmamıştır. Bu konuda da polemiğe gerek yoktur. Böyle bir ‘mesafe’ hala mevcut ise, iktidar kendi istediği ‘gücü yetmeyen’ çözüm önerilerini deklare ederek bu durumu halka açıklamaktan, itiraf etmekten çekinmemelidir. Bugün AKP ve ‘Devlet’ Kürt meselesine bakışta kanaatimce aynı noktadadır ve bu nokta eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un 2008 Ağustosunda Diyarbakır’da kendince akredite ‘Sivil Toplum Kuruluşları’ önünde dile getirdiği noktadır:
Kürt meselesinde ‘Bireysel haklara EVET, grup haklarına HAYIR!” “Birey haklarına evet, kolektif haklara hayır!”
Kürtleri bir ALT KÜLTÜR kümesi olarak kabul, ayrı bir kavim olarak tanımaya hayır!’
‘Kültürel Kürtlüğe evet, siyasi Kürtlüğe hayır!’ Bunun tercümesi ise şu: Kürtçeyi çarşıda, pazarda, evde konuşmaya, şarkı türkü söylemeye, folklor oynamaya, günümüz uydu dünyasında istense de engellenemeyen Radyo ve TV izlemeye, Kürtçe Kurslar düzenlemeye... EVET!
Ancak;
1. Kürtçe anadille eğitime hayır!
2. Kürtlere bir statü tanıyacak: Bölgesel yönetim, otonomi, özerklik, eyalet sistemi ve coğrafi federasyon dahil her türlü idari sisteme hayır!
3. Kürtçenin Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları bölgelerde örneğin Diyarbekir ve Van gibi illerde kamusal alanda Türkçe ile birlikte kullanılabilmesine hayır!
Şu an yaşanılan ‘kopuşu’ kısaca bu şekilde özetleyebiliriz: Kürtler bireysel haklarla yetinmeyi ve bir alt kültür kümesi olmayı kabul edecekler, Devlet de PKK’nin bir şekilde (Habur’daki gibi göz yumarak veya bir genel siyasi af çıkartarak) dağdan inmesini sağlayacak, çok da uzun olmayan bir zaman diliminde Abdullah Öcalan önce ev hapsine alınacak sonrasında ise serbest bırakılacak.
Devlet -AKP ‘çözümünün’ en önemli hedefi kamuoyunda büyük infial yaratan asker ve polis ölümlerini durdurmak ve PKK’nin silah bırakmasını veya teslim olmasını sağlamak olarak ortaya çıkmaktadır.
Daha kestirme bir ifade ile ilk önce PKK’nin şu veya bu şekilde silah bırakması sağlanacak, Kürt sorununun çözümü ise Devletin istediği kadar olacak ve istediği zaman sürecine yayılacak.
Kürtlerden bu durumu kabul eden bir devşirme elit oluşturmak, KCK operasyonlarında olduğu gibi binlerce Kürt aydın ve siyasetçisini yıldırmak için tutuklamak da bu politikanın bir parçası olarak ortaya çıkmaktadır.
Silahların mutlaka susmasını ve şiddetin siyasi bir yöntem olarak kullanılmasına hemen her fırsatta karşı çıkanlar silahlar her sustuğunda 1999-2004 sürecinde de açıkça görüldüğü gibi halk tabiri ile ‘Kulaklarının üzerine yattılar’
Bu davranışları ile bizzat kendileri silahtan medet umanlara gerekçe oluşturdular.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çok açık ve net bir şekilde ‘Kürtçe anadille eğitim ülkeyi böler’ dedi. Özerklik ve eyalet sistemi benzeri öneriler içinse defalarca ‘780 bin kilometre kare vatan toprağı üzerinde ameliyat yapılmasına asla izin vermem’ ifadelerini kullandı.
Yeni anayasa sürecinde çıtayı bu seviyede tutmak isteyen AKP; 12 Haziran seçimlerinde İslami grup ve cemaatlerin kahir ekseriyeti, müteahit-ağa-şeyh ittifakı her türlü devlet gücünü; dinî, ekonomik ve kültürel argümanlarla birlikte kullanarak BDP-Blok bileşenlerini Meclis’te grup kurma sayısının altına indirmeyi hedefledi.
Seçimlerden sonra ise BDP’nin Meclise gelmesini teşvik edici bir çözüm dili kullanacağına ‘Bütün tükürdüklerini yalayacaklar, göreceksiniz tıpış tıpış gelecekler’ tahriklerine başladı.
Önümüzdeki dönemde bizzat kendisinin Kürtçe ana dille eğitime karşı duruşu dahil bütün tükürdüklerini yalamak zorunda kalacağını ve er veya geç tıpış, tıpış demokratik bir Türkiye’ye doğru yürümek zorunda kalacağını ön göremedi.
Gelinen bu noktada Kürtlerin önünde birkaç seçenek bulunmaktadır:
1. Devlet ve AKP’nin bireysel haklara evet, kolektif haklara hayır yaklaşımını kabul etmek.
2. Bazı Kürt siyasetçilerin önerdiği gibi topyekûn ‘Devrimci Halk Savaşını’ başlatmak,
3. 21. yüzyıl günümüz dünyasının kabul ettiği ‘Demokratik Halk Direnişini’ örgütlemek.
İnsaf, izan, kişilik ve vicdan sahibi Kürtlerin tamamı birinci şıkkı kabul etmemekte, içine sindirememekte, böyle bir kabulün Ortadoğu’da nüfusu 40 milyonu aşan Kürt Halkının, çok kısa bir zaman içinde, hızla eriyerek tarih sahnesinden silinmesine neden olacağını görmektedir.
Bu durumu kabul etmek kendini inkâr etmek demektir. Bu bir tasfiyedir ve topyekûn yok etme siyasetinin ‘kibarcası’ dır.
Bazı ‘Demokrat’, ‘liberal’ ve sözde İslamcının, kendini ümmetçi zanneden milliyetçinin Kürtler için ön gördüğü ACISIZ ASİMİLASYONDUR.
Evrensel Demokratik değerlere göre de, İslam Hukuku’na göre de her kavmin kendi ana dili ile eğitim hakkı, kendisi ile ilgili yönetime katılması-söz hakkı sahibi olması ve dilini kamusal alanda da kullanma hakkı vardır. Bu Boşnaklar için de, Arnavutlar, Gürcüler, Azeriler, Kazaklar, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler için de böyledir.
İkinci seçenek olarak öne sürülen Devrimci Halk Savaşı siyaseti ise 20. yüzyılın soğuk savaş döneminde kalmıştır, küreselleşen günümüz dünyasında bir karşılığı bulunmamaktadır. Ayrıca demografik, siyasi, kültürel, ailevi, ekonomik olarak birçok yönden iç içe geçmiş Türk/Türkiye-Kürt ilişkileri açısından da neredeyse imkansızdır.
Bu iç içe geçmişlik hali; etnik, dinî, mezhebi ve sınıfsal olarak sadece Türkiye için değil, tüm Ortadoğu için geçerlidir.
Devrimci Halk Savaşı’nda topyekûn bir savaşa girilecek, toplumun sinir uçları ile oynanacak, İstanbul, Ankara ve İzmir meydanlarında direkt olarak sivil halkı hedef alacak bombalar patlatılacak, karşı taraf (devlet) birkaç misliyle cevap verecek, binlerce kişi tutuklanacak ve infaz edilecek, şehirler ve kasabalar bombalanacak, Batı illerinde iç savaş sahneleri ortaya çıkacak vs. vs. vs.
Bu bir kıyamet senaryosudur!
Bu konuda bir zorlama ve ısrarda ‘kazanan taraf’ olmayacaktır.
Ayrıca ‘Kurşun mutlaka adres sormalıdır’’
ADRES SORMAYAN KURŞUN KATİLDİR...
Adres sormayan, soramayan her kurşun TERÖRİSTTİR.
Kürtlerin en büyük güçleri mazlumiyetleri ve haklılıklarıdır.
Mazlum zalimler gibi davranmaya başladığı an bütün gücünü kaybeder.
Kamuoyu vicdanında kabul görmeyen, masum insanlara zarar veren her türlü eylem terör eylemidir.
‘Savaşında’ ‘Barışın da’ bir hukuku olmalıdır.
Bu konuda karar verici ve belirleyici olanların ‘bir’ defa değil; ‘bin’ defa düşünme mecburiyetleri vardır.
Yeniden şekillenen Ortadoğu’da bazı Kürt siyasetçiler Suriye-İran eksenine kaymak istemektedir. Bugüne kadar halkına acı ve yoksulluktan başka bir şey vermeyen Baasçı diktatör Suriye ve baskıcı İran ekseninde bir siyaset Kürtlere bir fayda sağlamayacaktır.
Ayrıca bu rejimlerin bu halleriyle siyasette ‘kazanma şansları’ da bulunmamaktadır.
Baas Partisi de Kemalizm de bu coğrafyada er veya geç tasfiye olacaktır.
Kaybedecek ve tasfiye olacaklarla birlikte olmak da siyaseten asla doğru bir tercih değildir.
Bin yıldır birlikte yaşadıkları Türklerle demokratik bir Türkiye’de yine birlikte, ancak eşit ve adil ortak olarak yaşamak isteyen Kürtler İNSANİ olarak da, İSLAMİ olarak da, VİCDANİ olarak da taleplerinde haklıdırlar.
Yapılması gereken, bu haklılığı TBBM de dahil (belki de başta ) olmak üzere akla gelebilecek her zeminde tüm argümanları ortaya koymak; içte ve dışta bütün demokratik çevrelerle ittifakı kuvvetlendirmek ve ‘DEMOKRATİK HALK DİRENİŞİNİ’ en güçlü bir şekilde örgütlemek olmalıdır.
Günümüz dünyasının uluslararası desteğini sağlamanın yolu da buradan geçmektedir.
Kürtleri oyalayan, kandırmaya ve dolandırmaya çalışan tüm çevreler de akıllarını başlarına almalıdır.
Evrensel hukuku dinlemeyen, İslami, insani ve vicdani değerlere aldırmayan tüm pragmatist politikacılar şunu bilmelidirler ki Kürtleri kazanmadan bölgesel bir güç olmaları da, Yeni Osmanlıcılık hayalleri de, cilası ‘İslam’ olan yeni bir Türk imparatorluğu kurmaları da mümkün değildir.
Hiçbir şey için değilse bile sırf çıkarları için ‘akıllı’ olma mecburiyetleri vardır.
Kürt aydın ve siyasetçilerine, bizlere de çok iş düşüyor. Soğukkanlı, sabırlı, kararlı, adil ve istikrarlı olmamız lazım. (Taraf)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.