Başlık, AKP yandaşlarını da PKK yandaşlarını da yerlerinden hoplatacak, ağızlarını köpürtecek cinsten, biliyorum. Ama vurmadan önce bir dinleyin hele.
Siyasal yapıların, örgütlerin, partilerin bir siyasal- yasal meşruiyetleri bir de toplum nezdinde ahlâki- vicdanî meşruiyetleri vardır. Siyasal-yasal meşruiyet mutlak değildir, görecedir; zamana, mekâna, topluma, rejime göre değişir.
Yasal meşruiyetleri olmayan, belli bir yerde ve dönemde illegal sayılan yapıların, partilerin, halk kurtuluş hareketlerinin ise; davaları, amaçları, yöntemleri, araçlarıyla belirlenen farklı bir meşruiyetleri vardır. Ezilen halkların, ayrımcılığa uğramış grupların, sömürülen sınıfların, mağdurların hakları, özgürlük ve bağımsızlıkları için mücadele veren yapılar, ahlâkî ve vicdani meşruiyet edinirler. Siyasal yasal meşruiyete sahip muktedirler ne kadar zalim, ne kadar despot, ne kadar hukuk dışılarsa, mağdurlar adına mücadele edenler uluslararası ve ulusal kamuoylarının sempati ve desteğinden o kadar yararlanırlar, ahlâkî ve vicdani meşruiyetlerini pekiştirirler. Felsefî, etik boyutları bu yazıyı aşan, güç ve çok tartışmalı bir konudur bu. Tarih ve toplumda “zor” kullanımının yeri ile doğrudan ilgilidir. Geçelim...
Meclisten Kaçmanın Vebali
Demokratik parlamenter sistemde, yasal partilerin, hele de iktidar partisinin meşruiyet kaynağı; siyasilerimizin dillerine persenk ettikleri “milli irade’dir. Milli irade, sadece iktidar partisine oy vermiş olanların değil bütün halkın iradesidir. Ülkeyi (yani bütün halkı) ilgilendiren önemli bir sorun; meselâ bir savaş, bir dış tehdit, siyasal veya ekonomik bir kriz, büyük bir doğal afet, vb. olduğunda, ister iktidar ister muhalefet, kim gerek görüyorsa, yani teklif ne taraftan gelirse gelsin, konu Meclis’te görüşülmek durumundadır. Bunun yasal zorunluluğu olmayabilir. Ama millî iradeye saygı sözü bir kandırmacadan ibaret değilse, demokratik parlamenter sistemde, Meclis’ten kaçanların meşruiyetleri tartışmalı hale gelir.
Devamı için...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.