• BIST 9464.09
  • Altın 2952.122
  • Dolar 34.4839
  • Euro 36.1941
  • İstanbul 15 °C
  • Diyarbakır 14 °C
  • Ankara 13 °C
  • İzmir 20 °C
  • Berlin 3 °C

Ahmet Türk: MHP'ye kızmıyorum

Ahmet Türk: MHP'ye kızmıyorum
Türk, "Biz bu sürecin doğru ilerletilmesi için nelerin yapılması gerektiği noktasında düşüncelerimizi söyleriz. Ama bu süreci tıkayan bizler olmayacağız.

Sizce 13 Kasım milat olma özelliğini taşıyor mu yoksa dağ fare mi doğurdu?

Sürecin kendisi için belki milat diyebiliriz. Yani Kürt sorununun artık silahla, operasyonlarla çözülmeyeceğinin, silahın artık bir hak arama aracı olmadığının konuşulması bir milat olabilir. Ancak 13 Kasım kendi başına bir milat değildir, çünkü içinden çok da fazla bir şey çıkmadı.

Ne çıkmasını beklerdiniz?

Nelerin yapılacağı konusunda kamuoyuna bir yanıt verilmedi. Beklentileri veyahut soruları cevaplandıracak bir konuşma yapılmadı. Mesela ana dille eğitim konusunda bir görüş ortaya çıkmadı. Anayasa değişikliği evet şart diyor, ama bu konuda nasıl bir çalışma yapılacağı söylenmedi. Yine mesela Seçim Yasası, Siyasi Partiler Yasası, yüzde 10’luk Türkiye barajı, Terörle Mücadele Yasası, bunlarla ilgili de bir şey denmedi. Oysa bu saydıklarımın arasında 367 istemeyen yasalar var.

Yani siz Hükümetin orta ve uzun vadede neler yapacağının da bugünden söylenmesini mi istiyorsunuz?

Şimdi elbette bu süreç öyle basit bir süreç değil. Yani buz dağının görünen yüzü var, görünmeyen yüzü var, hepsini hesaplamamız lazım. Bugün Hükümet “Ben bunları yapacağım” diye çıktığı takdirde süreç tıkanabilir, biraz o tehlike de var. Biz bunları görüyoruz.

Ancak madde madde olmasa da orta ve uzun vadedeki hedefini ortaya koyabilirdi. Hedefsiz hiçbir şey olmaz. Nihai amaç nedir? Gerçekten dillerin, kültürlerin özgürleştirilmesi midir? Gerçekten toplumsal uzlaşıyı, Kürt ve Türk halkının gönüllü birlikteliğini sağlayacak bir proje midir? Bunların bugünden anlatılması önemli.

Yoksa eğer suya sabuna dokunmayan maddelerle bunu geçiştireceklerini zannediyorlarsa gerçekten gerginlik yaratmanın ötesinde hiçbir yararları olmaz. Sadece güvensizlik olur, gerginlik olur, ayrışma başlar.

Zaten biz de bunun için ısrarla, bu süreç çok hassastır, gerçekten çözüme yönelik adımlar atalım, diyoruz.

‘Kürtçe, türkülerle ayakta kalmış’

Yalnız Hükümet tam bir şey söylemedi diyorsunuz, ama tam olarak siz de bir şey söylemiyorsunuz.

Hayır, bu konuda bizim düşüncelerimiz çok açık. Yani bir sefer tüm kültürlerin, kimliklerin güvence altına alınması konusunda vazgeçilmez taleplerimiz var. Ana dilde eğitim talebimiz vazgeçilmezdir. Çünkü eğitim dili olmayınca bir dilin yaşama şansı yok.

Bugüne kadar nasıl yaşadı?

7777Yaşıyor, ama dar kalıyor. Edebiyat dili olamıyor, sanat dili olamıyor, bir kültür dili olamıyor. Biz bu nedenle ana dilde eğitimin kaçınılmaz olduğunu söylüyoruz. Yoksa aile içinde konuştuğunuz zaman o dil nasıl edebiyat dili olur, o dil nasıl bir kültür dili olur? Yazı dili inkâr edildiği için Kürtçe bugün bir müzik dili olmuş, destan dili olmuş, Türkülere, hikâyelere yansımış, gece köy odalarında cemaatlerde bu destanlar okunmuş, bu şekilde ayakta kalmış. Ama bugün mesela İsveç’e gittiğimde sekiz-dokuz yaşındaki bir Kürt kızının benden daha iyi Kürtçe konuştuğunu görüyorum. Çünkü orada ana dilde eğitim yapıyor. Tüm bunları görmek lazım.

İktidar partisi ise asla Kürtçe eğitim olmayacak diyor, ama siz acaba süreç ilerlerken olma ihtimalini de görüyor musunuz?

Tabii ki tartışmalar ilerledikçe, tansiyon düştükçe, Türkiye halkı “Evet, benim Kürt kardeşlerimin dili, kültürü, ana diliyle eğitimi bana zarar getirmez” anlayışı geliştikçe o adımlar da atılacaktır. Çünkü bir halkın talebi varsa o bugün inkâr edilebilir, reddedilebilir, ama süreç doğru işlediği takdirde o da mutlaka gündeme gelir. Gerçekten dillerin, farklılıkların diğer halkın menfaatlerine zarar vermediği görülürse toplum da o konuda bir duruş sergiler.

‘Kolay olmadığını biliyoruz’

Madem böyle zamana yayarak da düşünebiliyorsunuz, o zaman niçin hemen ilk maddeniz ana dilde eğitim oluyor?

Taleplerimiz bunlar, bunlar olması gerekenler diyoruz, ama bugünkü koşullarda neler sağlanabilir o ayrı. Bakınız bu konular üç beş ay içinde bitmez. Üç beş ay içinde ancak normal mecrasına oturtursunuz. Yani çözüm niyetinin ortaya çıkmasıyla herkesi rahatlatacak bir süreç başlar. Ama Türkiye’de yüz yıllık bir sorunu yeni yeni tartışıyoruz. Evet, biz biraz da kendimize cesaret vererek, umut vererek bu kısa sürede çözülebilir diyoruz, ama bu işin kolay olmadığını da çok iyi biliyoruz.

Aslında siz yıllardan beri ne istediğinizi madde madde sıralamak yerine neleri asla talep etmediğinizi anlatırsınız ve bunu Meclis’teki konuşmanızda da yaptınız. Bunu acaba hep bir açık kapı bırakmak için mi yapıyorsunuz veya sürecin ucunu açık tutmak için mi?

Bakınız, benim hakkım yok bazı talepleri kendi kafamdan koyup süreci tıkamaya. “Bunlar olursa olur” deme hakkım yok, böyle bir şey olamaz. Yani bin yıllık birlikte yaşanmışlık var. Böyle birdenbire bazı maddeler koyup, sonra halkı birbirinden koparıp, gerginleştirme hakkına kimse sahip değil. Biz bu sürecin doğru ilerletilmesi için nelerin yapılması gerektiği noktasında düşüncelerimizi söyleriz. Ama bu sürecin önünü tıkayan bizler olmayacağız. Bunu bütün Türkiye halkı bilsin.

Keşke PKK’nın siyasi kanadı olsaydık...

Size sorulduğu vakit “Muhatap İmralı” diyorsunuz; bunu demekle aslında kendi varlığınızı inkâr etmiyor musunuz?

Bakın siyaset o kadar nazik ve her kelimeyi ağzınızdan çıkardığınızda o kadar haksız ithamlarla karşı karşıya kalıyorsunuz ki... Biz bütün aktörlerin etkisi düşünülmeden sorunun kolay kolay çözülmeyeceğini ifade etmeye çalışıyoruz. Yoksa falan muhatap, falan muhatap değildir gibi bir yaklaşımımız yok. 25 yıllık yaşanmış, çatışmalı bir süreç var, bu işin içinde önemli aktörler var. Eğer bu projeyi başarıya ulaştırmak istiyorsanız o sacın üç ayağını da görmek zorundasınız.

Yoksa benim söylediğim kimseyi adres göstermeye yönelik değildir, sadece gerçekleri görerek hareket etme konusunda mantıklı bir uyarıdır. Yoksa bizim de siyasi tecrübemiz diğer partilerden az değildir ve bizim bugüne kadar “hükümet gitsin masaya otursun” gibi bir yaklaşımımız da olmadı.

Ama tabii dünyadaki örnekleri de biliyoruz. İrlanda’da, Güney Afrika’da, İspanya’da nasıl oldu? Mesela Sayın Baykal diyor ki “Dünyada hiç kimse böyle yapmış mıdır?” Ben ETA örgütünün kopuş olmadan önce İspanya hükümetiyle Türkiye’de toplantı yaptığını biliyorum, toplantıya kimin katıldığını da biliyorum. İngiltere de aynısını yaptı, Tony Blair “Şeytanla bile görüşürüm” dedi. Bu görüşmeleri yapana “Lord”luk unvanı verildi.

Peki siz “Gerry Adams” mısınız; eleştirildiğiniz nokta bu. Çoğunluk hep “Ahmet Türk’ün varlığı bu süreç için bir şans, ama o rolü üzerine tam almıyor” diyor.

Hayır şimdi bakınız, işler böyle değil, lütfen yapmayın. Yıllardan beri Gerry Adams veya dünya IRA’yı ikna etmeden bu süreci bitirebildi mi?

Çünkü Gerry Adams, IRA ve tabanı üzerinde etkiliydi, demek ki siz etkili değilsiniz...

Bakınız PKK’nın kuruluş yılı 1977-78. DTP’yi saymıyorum bile, HEP süreci ne zaman başlamış? 1991. Ama Mesela Güney Afrika’ya bakın, orada örgüt parti kurulduktan sonra, ona bağlı olarak kurulmuş.

Şunu anlatmaya çalışıyorum: Biz PKK’nın siyasi kanadı olarak ortaya çıkmadık ki, yıllardan sonra kurulan demokratik bir partiyiz. Bu yüzden zaten hep diyoruz DTP, PKK değildir ama Kürt sorununun bir parçasıdır. Sayın Başbakan’a da söyledim “Keşke PKK’nın siyasi kanadı olsaydık, çünkü o zaman belki daha etkili olurduk” dedim, “Ama değiliz.” Buradan DTP’nin hiçbir rolü yok, misyonu yok gibi bir mana da çıkarmayın lütfen, DTP’nin çok önemli bir rolü var.

Varsa peki mesela niye Habur’u kontrolünüz altında tutamadınız? En azından o giysileri siz çıkarttırsaydınız...

Şimdi bu meseleyi hiç tartışmaya açmak istemiyorum, ama aslında söyleyeceğim çok şey var. Fakat işte Türkiye kamuoyunu karıştırmak da istemiyorum.

Sadece bir cümleyle söyleseniz...

Eğer gelenleri bizden önce gören birtakım yetkililer “Siz buraya sivil olmaya geldiniz, artık bu elbiselerinizi çıkarın” deselerdi inanın ki itiraz bile etmezler, çıkarırlardı. Dolayısıyla şimdi bunun faturasını bize çıkarmaları gerçekten çok ayıp.

Haklısınız, ama şu da var: Siz manzarayı görür görmez hemen açıklama yapma ihtiyacı hissettiniz, “Bu gelişleri bir zafer, bir kahramanlık olarak görmek kadar yanlış bir şey yoktur” diye. Ama sanki siz bunu dememişsiniz gibi aynı anda Avrupa’dan gelecekler için İstanbul’da miting hazırlığı başladı. DTP kendi tabanı üzerinde etkili olamıyor mu, yoksa DTP’nin içinde iki başlılık mı var?

Bakın DTP’nin içinde iki başlılık yok. DTP’nin içinde “Şahin” ve “Güvercin” yok. Ama üstlendiğimiz sorumluluk, yük o kadar ağır ki ve bu sorumluluğun etrafında çalışmalar yapan kurumlarımız o kadar çok ki, böyle bir süreçte bütün bunları göz önünde tuttuğumuz zaman herkesi aynı hizaya sokacak bir mantık arıyorsanız, onu bizde bulamazsınız. Bu doğru da değil.

Yeni yeni demokratik siyasetin tartışıldığı ve demokratik siyasetin yerine oturduğu bir süreci yaşıyor Kürtler ve güvensizliklerinde haklıdırlar da. Benim güvendiğim kadar bir başka arkadaşım güvenmez, bir başka kurum güvenmez iktidara, güvenmez muhalefete veya başka birileri farklı bir formüle biraz daha fazla güven duyar, ama bir başkası farklı... Çünkü gerçekten Kürtleri ürküten ve her söylemin arkasında “Acaba bunu niçin söyledi?” gibi tartışmanın yaratıldığı bir süreç yaşıyoruz.

Ama işte ne oldu, süreç askıya alındı o Habur’dan sonra?

Bakınız, eğer bir süreç birileri sevinç gösterisi yaptı diye askıya alınacaksa zaten öyle bir süreç işlemez, hiç boşuna kendimizi yormayalım o zaman.

MHP’ye kızmıyorum çünkü farklı dünyalardayız

Başbakan sizi, siz Başbakan’ı alkışladınız; süreci birlikte götürüyorsunuz anlamına gelir mi bu?

Kesinlikle hayır. Bu konuda CHP, MHP ne biliyorsa biz de onu biliyoruz. Onlar bizi herhalde ortak akıl aradığımız için alkışlamışlardır, biz de bir iki yerde doğru şeyler duyduğumuz için alkışladık.

CHP ve MHP liderlerinin konuşmalarında size göre hiç doğru bir şey yok muydu?

Baykal’ın konuşmasında doğru ararsam benim deli olmam lazım, 36 yıldır tanıyorum. Geçenlerde bana cevap verdi, “Ben değişmedim, Ahmet Türk değişti” diyor.

Doğru diyor, değiştim. 12 Eylül’ü gördüm, işkenceleri yaşadım, beni ziyarete gelen annemin gözyaşı dökerken Türkçe bilmediği için “Nasılsın oğlum” diyemediğini gördüm, faili meçhul cinayetleri yaşadım, milletvekili arkadaşlarım öldürüldü, gece gündüz arama maksadıyla gidilip o köylülerin nasıl hakaret gördüklerine tanık oldum. İşte bütün bunları yaşadım ve evet değiştim.

Ne oldunuz?

Daha olgunlaştım, gerçeklerle yüzleştim. Kaldı ki elbette insan değişir, ama Sayın Baykal’ın hiçbir şeyi değişmedi dünden bugüne kadar.

Erdoğan’a, Bahçeli’ye göstermediğiniz kadar tepkiyi hep Baykal’a gösteriyorsunuz. Niye?

Burama oturmuş, yüreğime... (Bunu söylerken arkasına yaslandı, elini kalbinin üzerine götürerek işaret etti ve gerçekten yüzünün rengi değişti) Ben MHP’ye hiç kızmıyorum. Çünkü farklı dünyalardayız, düşüncelerimiz farklı, ama bir dostun bu kadar acılı bir sürecin önünü tıkamaya yönelik yaklaşımı bana çok ağır geldi. Yoksa Sayın Bahçeli istediğini yapsın, ama Kürtlerin CHP’den büyük beklentisi vardı, gerçekten vardı. Halen diyorum, bir gün imkân olsa da konuşsam kendisiyle, tartışsam.

Siz kapısını çalmayı düşünmez misiniz?

Tabii ki hep denemeye çalışıyorum, ama ortamı bulamadım.

Mesela hiç telefon açtınız mı?

Şu anda dahi görüşebileceğimize inansam tereddütsüz açardım. Ama telefon açıp reddedilip, bu da kullanılırsa çok kötü olur diye düşünüyorum.

Dört başlık bile silahları susturabilir

Komisyon kurulması öneriniz beğenildi, ancak sizce mümkün mü?

Bugünkü tabloya baktığımızda tabii ki bunun kolay olmadığını, bu mantıkla Meclis’ten çok fazla şey çıkmayacağını ben de görüyorum, ama Meclis’i de buna alıştırmamız lazım. Biz Meclis’e güvenmezsek hiçbir şey yapamayız. Bir “Demokratikleşme Komisyonu” kurulup, çözüm Meclis çatısı altında aranmaya başlarsa bu Türkiye’yi normalleştirir.

Yine konuşmanızda “Ciddi bir yaklaşım gösterilirse üç ay içinde silahlar Türkiye’nin gündeminden kalkabilir” dediniz. Bu nasıl olacak?

Anayasa değişikliği konusunda ciddi bir çalışma yapılırsa, kimliklerin, kültürlerin, farklılıkların zenginlik olduğu kabul edilirse, anayasal vatandaşlık esas alınırsa, ana dilde eğitim hakkı göz önünde tutulursa, bu dört başlık bile silahların susmasına yetiyor.

Dağdan yeni gelişler olacak mı sizce?

Bu konuda şu anda bir bilgiye sahip değilim, ama hükümet bunu dile getiriyor, niçin dile getirdiğini de bilmiyorum.

Röp: Devrim Sevimay

  • Yorumlar 0
  • Facebook Yorumları 0
    UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış
    ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
    Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
ÖNE ÇIKANLAR
Tüm Hakları Saklıdır © 2009 İlke Haber | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : 0532 261 34 89