Yıllar önce kaleme aldığı bir yazıda Ahmet Kaya'ya şerefsiz dediğini ve bu yüzden özür dilemeyeceğini belirten, şimdinin Ahmet Kaya savunucularına da "Şerefsiz misiniz!" diye sonra Fatih Altaylı'ya tepki Ahmet Kekeç'ten geldi...
Ahmet Kekeç'in köşe yazısı
Ben de Nagehan Alçı ve bazı “şerefsiz yavşaklar” gibi düşünüyorum... Üzerimize düşen bir “özür borcu” varsa, bunu derhal ve acilen yerine getirmeliyiz.
Dolayısıyla, matbuatımızın delikanlı ve delişmen sesi Fatih Altaylı da özür dilemelidir.
Korkmasın, “vatanperverliğine” halel gelmez.
Hem, özür dilemek iyi bir şeydir.
İnsanı tazeler.
Mesela, Serdar Ortaç... Döne döne özür diledi ve üzerindeki ağırlıklardan kurtuldu, tazelendi.
Ben de “delikanlı” ve “delişmen” ses Fatih Altaylı’nın çağrısı üzerine, amansız bir hastalığın pençesinde kıvranan Turgut Özakman’dan özür dilemiş, tazelenmiştim.
Memleket satıcılığıma, yandaşlığıma, laiklik düşmanlığıma halel gelmemişti...
Fatih Bey’den de okkalı bir aferin almıştım.
Fatih Bey de, “şerefsiz” diye tavsif ettiği insanlara, “Hakikaten de delikanlıymış. Bakın nasıl da Ahmet Kaya’dan özür diledi. Demek ki şerefsiz bizmişiz” dedirtebilir.
Doğrudur... Ahmet Kaya ve “özür dileme” mevzuu, kimilerinin gözünde kabak tadı vermeye başlamıştır; “çatal bıçak gazavatında” ortalıkta görünmeyenler, birdenbire Ahmet Kaya’ya özür kampanyasının bayraktarı kesilmiştir...
Doğrudur da...
Mahut “bayraktarlar” ya yaşları tutmadığı, ya statüleri el vermediği, ya da ellerinde ona buna dürtecekleri bir kalem bulunmadığı için ortalıkta yoktu.
Peki, “Bu mevzu artık kabak tadı vermeye başladı” diyenler?
Bilmem kaç yıl sonra “ölü röportajı” arşivden çıkarıp, zaman ve zemin karışıklığı yaratarak, “Ertuğrul kurtarıcılığına” soyunanlar?
Hiç utanmadan, “Ahmet Kaya benim arkadaşımdı... Onu çok severdim... Bütün şarkılarına hayrandım... Adiloş Bebe’ye bayılırdım...” diye yalan beyanda bulunanlar?
Medyamızın “beyaz” ve “seçkin” müntesipleri?
Onlar da ortalıkta yoktu.
Bugün Ertuğrul’u ve Fatih’i savunurkenki celadetlerini, nedense linç konsorsiyumundan esirgediler.
Bir tekinin kaleminden, “Ayptır, günahtır” sözcükleri dökülmedi.
Usulünce toz oldular... Ya da “araziye uydular...”
Fatih Bey’e gelince...
Bu arkadaşımız, önemli bir gazetenin genel yayın müdürlüğünü yapıyor. Muhtemelen “ilke” ve “ahlak” sahibi bir adam...
Fakat, sahip olduğu ahlak, başkaları hakkında, “yavşaklar, şerefsizler” şeklinde yazılar yazmasına engel oluşturmuyor.
Ben de bu “rahatlığı” anlamıyorum işte.
Bu rahatlığın verdiği cüretle, geçmişte, başörtülülere “fahişe” demiş, insan hakları savunucusu Eren Keskin’e “ilk gördüğü yerde cinsel tacizde bulunacağını” söylemiş, TSK’nın kimi uygulamalarını eleştiren bir hanımefendiye, “Hanımefendi, hanımefendi... Bu ordu sizin bacak aranızı da koruyor” diyerek yurt savunmasını “çeşitlendirmişti” ama cüreti de aşan bu rahatlığa artık “dur” demek gerekiyor.
Fatih Altaylı, Ahmet Kaya’nın yakınlarından özür dilemesin...
İstemez...
Özrü kabahatinden büyük olacakların özründen hayır gelmez...
Hiç değilse, bu “rahatlığın” konforunu sürmemeli.
Medya düzeninde artık Fatih Altaylı’lara, Ertuğrul Özkök’lere, Oktay Ekşi’lere, sağa sola “müptezel, şerefsiz, yavşak, alçak, bidon kafa” diye saydıran kifayetsiz muhterislere yer olmamalıdır... Ya da “arkadaşlar” kendilerine çeki düzen vermelidir. (Star)
Fatih Altaylı ne yazmıştı:
Şerefsiz misiniz!
Kusura bakmayın ama son zamanlarda “bazılarınca” pek makbul hale geldiği için biraz ağzımı bozacağım bugün.
Çünkü bugün konu edeceğim “yavşakları” başka türlü tariflememe imkân yok.
Daha doğrusu var ama öyle yazsam daha da beter olacak.
O yüzden “yavşaklar” diyeyim. Siz içinizden geldiği gibisini anlayın.
Kırk yıllık hurmaların tırmaladığı yavşaklardan söz edeceğim.
Bir Ahmet Kaya’cılıktır aldı başını gidiyor.
O günlerde, yani Ahmet Kaya’nın kimilerince eleştirilip kimilerince linç edildiği günlerde “tırsıp” suspus olanlar, aradan 10 yıl geçince birden celalleniverdiler.
“Ahmet Kaya’ya nasıl bunları yazdınız” diye.
Baktım ne yazmışım diye.
Fazlaca bir yazı yok doğrusu. Çünkü Ahmet Kaya’ya karşı hiçbir tavrım olmadı. Hatta severdim. Birilerini kızdırdığı günlerde televizyona çıkarmış, hatta bir de program yapmasına aracılık etmiştim.
Ona “çatal bıçak” fırlatanlardan olmadım asla.
Ama hakkında çok ağır bir yazı yazdığım doğru.
Ama ne zaman yazdım, neden yazdım?
Ahmet Kaya, Türkiye’yi terk edip gitmişti. Ve gittiği yerde, yanlış hatırlamıyorsam bir PKK toplantısında, “Şerefsizlerin memleketini terk edip geldim” diye bir konuşma yapmış, konuşma gazete ve televizyonlara haber olmuştu.
Ve ben de Ahmet Kaya için, “Şerefsiz sensin” diye bir yazı yazmıştım.
Çünkü ben, “şerefsizlerin ülkesinde” yaşamıyorum. Şerefsiz değilim.
Elbette benim ülkemde de her ülkede olduğu kadar, bazen daha fazla, bazen daha az şerefsiz var ama burası asla ve asla şerefsizlerin ülkesi değil.
Başkalarını bilmem ama ben bu lafı yalayıp yutamazdım. Yutkunup oturamazdım.
O yüzden de “o şerefsizliği” çok da ağır bir yazıyla kendisine iade ettim.
Pişman mıyım?
Ahmet Kaya bugün yaşasa ve “Bu ülkenin insanlarına şerefsiz dediğim için pişmanım” deseydi, ben de “Pişmanım” derdim.
Ama şu anda asla pişman değilim.
Bana ve bu ülkenin şerefli insanlarına şerefsiz diyen birine yine aynı yanıtı veririm. Çünkü ben “yavşak” değilim.
Üstelik bilen bilir.
Biz asla zor günlerde “sipere yatanlardan” olmadık.
Hiçbir şeyin hesabını 10 yıl sonra “arkamızı sağlama alınca” sormadık.
Not: Bakın ben hiç dolambaçlı yollar izlemedim. Lafımı zamanında, gününde söyledim. Yılmaz Güney’i “fikir suçlusu” zannedenlere, “Ne fikri be. O adam katildi. Adam öldürdüğü için hapse girdi, fikirlerinden dolayı değil. Pavyon kavgasında, kadın meselesinden adam öldürdü. İyi sinemacı olabilir ama iyi adam değildi. Şimdi adını vermeyeyim, eşini döverdi. Adam öldürürdü. Bu mu kahraman” dedim o günlerde. Ahmet Kaya’nın da aynen Tanju Çolak gibi fikir suçundan değil otomobil kaçakçılığından yargılandığını söyledim. Yalan mı bunlar? (Habertürk)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.