Ahmet Kaya, “Haydi Söyle” kasetinin piyasaya çıkması nedeniyle bizleri, Rumelikavağı’nda, bir akşam Dicle Restoran’da yemeğe götürdü.
Ekipte, hatırımda kaldığına göre Gülten Kaya, Cevat Korkmaz, Ferhat Tunç, Murat Öztemir yer alıyordu.
“Saza niye gelmedin, söze niye gelmedin”i o gece canlı olarak söyledi Ahmet Kaya.
Dinleyenlerin ortak kanısı, bu parçanın rakipsiz zirveye çıkacağıydı.
Gerçekten de kaset piyasaya çıkar çıkmaz, fırtına estirdi...
Radyolarda, televizyonlarda, taksilerde, kasetçilerde liste başıydı.
Kutlama yemeğine, Ahmet Kaya’nın yeni aldığı kırmızı Skoda (İdama mahkum Kürdün, son istek olarak “Beni kırmızı iple asın” darbımeseli meşhurdur) ve benim l974 model lacivert Vosvos’uma doluşarak gittik.
Dicle Restoran’ın önüne yanyana park ettik. Ahmet Kaya, bana takılıyordu:
- Araba dediği kırmızı ve sıfır kılometre olur. Benim yaşımdakı arabaya da binilir m?..
Ben de gülerek cevap verdim:
- Keki min (Kardeşim), bu benim nazar boncuğumdur. Ben Vosvos’umla gurur duyoyorum. Çünkü o benim ilk göz ağrımdır.
Gerçekten de ehliyeti l986’da aldığım halde, şoförlüğü ilk arabam olan Vosvos’ta öğrendim. Hem de Yenilevent’teki evimden Güneşli’deki Hürriyet gazetesine, E- 6 karayolunda gidip gelerek.
***
1994 sonu veya l995 yılı da olabilir. Bir akşam, Ahmet Kaya, beni evden aradı. Sesi coşkuluydu.
- Anadolu yakasında anacığıma bir ev aldım. Ancak doğalgazı bağlatamıyoruz. Kontenjan dolmuş. Senin Büyükşehir Belediyesi’nde tanıdıkların var. Bir çözüm bulabilir misin?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile l970’lere uzanan hukukumuza daynarak, benden ricada bulunuyordu.
İGDAŞ’ta Genel Müdür Yardımcısı olan yakınımı aradım...Cevap olumsuzdu. Çünkü doğalgaz henüz sınırlı verildiği için, Anadolu yakasında açılan kontenjan dolmuştu.
Haliyle bir candan dostumun sorununa çözüm bulamadığım için üzüldüm.
Yakınım, “Yasal olarak şimdilik mümkün değil. Ama kaçak bağlatsınlar. Sonra yardımcı oluruz” tavsiyesinde bulundu.
Gerçekten de, binada beş daireden dördü doğalgazı bağlamıştı. Ama Ahmet Kaya’nın annesinin dairesine sıra gelince, “Hayır” cevabı verilmişti.
Durumu Ahmet Kaya’ya ilettiğimde, şöyle konuştu:
- Kaçak iş yapmak bize yakışmaz. Annemi sıkıntıya sokacak bir işe onay veremem...
***
Büyükşehir Belediyesi ile ilgili bir işi için benden yardım isteyen Ahmet Kaya, takip eden süreçte “başörtüsü” yasağına karşı çıktı.
Recep Tayip Erdoğan’in bir şiir yüzünden mahkum ettirilip hapse attırılmasını da eleştirince, Refah Partililer, sonraki dönemde de AKP’lilerin büyük hayranlığını kazandı.
11 Aralık 2010 Cumarteisi günü, İstanbul’da Lütfü Kırdar Konferans Salonun’da Ahmet Kaya’nın 10’uncu ölüm yılınedeniyle anılması, bu vefanın bir tezahürüdür.
Başbakan Erdoğa’ın, Güneydoğu programı nedeniyle katılamadığı törende, hükümeti Kültür Bakanı Ertuğrul Günay temsil etti.
***
Sevgili Ahmet Kaya ile bir anım da l9 Eylül 1994’ten kalma...
Ahmet Kaya, sonra da İbrahim Tatlıses’in kasetlerinin milyonların üzerinde satmasına neden olan “Saza niye gelmedin, söze niye gelmedin” türküsünü, Kültür Bakanlığı Türk Halk Müziği Korosu’nın Diyarbakırlı sanatçısı Emin Taşın, yeniden düzenlemişti.
Emin Taşın, o sıralar Ankara’dan İstanbul’a atanmıştı. Zaman zaman o da Cihangir ekibine dahil oluyordu.
Bu türküyü, bazı şartlarla Ahmet Kaya’ya verdiğini belirten Emin Taşın, bir gün çalıştığım Akşam gazetesinde ziyaretime geldi.
Emin Taşın, Ahmet Kaya ile İbrahim Tatlıses’e kızgındı:
- Bu türkü Diyarbakır yöresinindir. Kaynak kişileri ve derleyicileri Celal Güzelses, Asiye Dicleli ve Eşref Atay’dır. Bu isimlerin kasete yazılmasını şart koydum. Ahmet Kaya, “anonim” diye yazdı. İbrahim Tatlıses ise kasetinde türküyü Ahmet Kaya’ya mal etti. Halka mal olmuş iki sanatçımızın bu tavrını vefasızlık olarak görüyorum. Kendilerini seviyor ve takdir ediyorum. Ama maalesef, haklarında manevie tazminat davası açacağım... .
O sıralar maddi sıkıntıları olan Emin Taşın’a, vaatedilen ödemenin de yapılmadığını tahmin ediyorum.
Bir yanda kardeşim gibi sevdiğim Ahmet Kaya, diğer yanda dostum Emin Taşın, öte yanda her zaman taktir ettiğim İbrahim Tatlıses...
Meslek tercihimi ortaya koyarak, kupürdeki haberi imzamla Akşam’da yayınladık.
Haber çıktıktan sonra, Emin Taşın bir daha aramadığı için, sonucunu öğrenemedim.
Birkaç defa karşılaştığım Ahmet Kaya ise haberi hiç gündeme getirmedi.
***
Ahmet Kaya ile son görüşmem ise 1998 sonuna rastlıyor.
Aylardan Kasım veya Aralık olabilir...
Kızım Hazal’la Boğaz’da gezmeye çıktık arabayla. Rumelikavağı’nda Dicle Restoran’da yemek yedik.
Pencere kenarında oturmuş Boğaz’ı seyrediyorduk. Restoranın kumsalında ateş yakılmıştı. Etrafta kamera ve ışıklar vardı. Film çekildiği belliydi.
Bir ara gözüme Ahmet Kaya ilişti, Yeşil parkası üzerinde, etrafındakilere harıl harıl talimatlar veriyordu. Birden gözgöze gelince, el salladık Hazal’la birlikte.
Çok geçmedi, merdivenleri tırmanarak nefes nefese yanımıza geldi. Uzun süredir görüşemediğimiz için hasretle sarıldık. Hazal’ı büyük bir sevgiyle öptü.
Yıllardır kasetlerini bıkmadan dinlediğimiz Ahmet Kaya’nın varlığı, sıcaklığı, büyük hayranı Hazal’ı adeta kanatlandırdı. Hayatının belki de en mutlu anlarını yaşattı ona.
Büyük bir coşkuyla Ahmet Kaya’ya candan iltifatlar sunması, onun boynuna sarılması, ikimizin de gözlerini yaşarttı.
Hazal, hala Ahmet Kaya’nın sesini duyunca, görüntüsünü izleyince o mutlu günü aynı heyecanla yeniden yaşıyor.
Meğer bu karşılaşma, Ahmet Kaya ile vedalaşma imiş.
Sonradan klibini görünce, o gün Ahmet Kaya’nın, Magazin Gazetecileri Derneği’nin Şubat l999’daki “meşum gece” ye neden olan ve sonunu hazırlayan Kürtçe şarkısı için çekim yaptığını anladım.
Yüreğim parçalandı, kahroldum. İsyan ettim cahilliğe, sorumsuzluğa, vizyonsuzluğa, önyargıya, dargörüşlülüğe, kin ve nefrete.
Olay gecesi Onuncu Yıl Marş'ini okuyanlar, çatal kaşık fırlatanlar, gözümde küçüldükçe küçüldü.
Ertesi gün, gazetelerinde fotomontaj fotoğraflar koyup sekiz sütuna manşet çekenler, makaleler döşeyen tetikçi yazarlar, başyazarlar, en güzel cevabı zamandan aldılar.
Devlet, 85 yıllık ayıbını, TRT’nin bir kanalında 24 saat Kürtçe yayın yaparak gidermeye çalışıyor günümüzde.
Kültür Bakanlığı, Ahmed-i Hani’nın ünlü Kürt klasiği olan “Mem u Zin” divanını Aralık 2010’ da basarak, Türkiyeli okurların hizmetine sundu.
Brileri ekranlara çıkıp ezile büzüle pişmanlığını dile getirirken, kalemini kırması lazım gelen pişkin tetikçilerse yeni sürece balıklama dalıyor.
Onlar, her dönemin figüranları olduğu için, sadece tebessüme yol açıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, yıllar sonra Yılmaz Güney’in, Ahmet Kaya’nın ve bir dizi sanatçının adını anarak, onların bu toprakların öz malı olduğunu dile getirmesi, bir nebze de olsa yüreklere su serpti.
Kırk yıllık hukukumuz bulunan Başbakan Erdoğan’nın başarısını, kendi başarım olarak algılıyorum.
Ancak kendisine bir sitemim var. Söylemezsem, gözüm açık giderim.
Damadının kardeşi Serhat Albayrak’ın yönetiminde yer aldığı, hükümeti destekleyen atv’de, her defasında, “Türkiye, güne Müge Anlı ile başlıyor” sloganını duyunca, ruhum daralıyor.
Bu hanımefendinin, Ahmet Kaya’nın sonunu hazırlayan “meşum gece”nin, bir sinema yönetmeni ile başaktörü olduğunu bilmeyen yok...
Vicdan sahibi olarak, bunu öğrendikten sonra, atv’yi kara listeme aldım.
Bu tezat, bir samimiyet testidir benim için...
***
Söze Mahmut Baksi ve Ahmet Kaya dostluğu ile başlamıştık. Yine onlarla son verelim.
Mahmut Baksi, İsveç’in başkenti Stockholm’de ağır hastadır. İki böbreği de iflas etmiştir. Artık diyaliz de kar etmemektedir.
Ahmet Kaya ise Paris’te sürgündedir.
Fırsat buldukça kadim dostunu ziyaret etmeyi ihmal etmez.
2000 Eylülünün son günlerinde yine Stockholm’dadır...Mahmut Baksi ile günlerce görüşüp hasret giderir.
Paris’e dönmek vakti gelir. Onu Urfalı Yaşar Oğuz, havaalanında yolcu eder. Ahmet Kaya, hüzünlüdür, düşüncelidir. Gözleri yaşararak Yaşar Oğuz’a fısıldar:
- Galiba bir dahaki gelişte Mahmut Abiyi sağ olarak göremeyeceğim...
Meğer, kader ağlarını tersten örüyormuş...
Ahmet Kaya, bu sözün üzerinden birbuçuk ay geçmeden, 16 Kasım 2000’de Paris’te hayata gözlerini yumdu. Orada ,Yılmaz Güney’in de yattığı mezarlığa defnedildi.
Hayat dolu Ahmet Kaya’nın vakitsiz ölümü, Mahmut Baksi’ya ömründe yediği son darbe oldu...Ondan sonra hızla geriye doğru saymaya başladı...
Mahmut Baksi de, 19 Aralık 2000’de, yani Ahmet Kaya’dan 33 gün sonra hayata veda etti...
Vasiyeti gereği Diyarbakır’da toprağa verildi.
Ülkelerinden uzak vefat eden iki değerli isim de, eserleriyle milyonların gönlünde, ebediyete kadar yaşamaya devam edecektir.
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.