Kürt sorununda hükümetin son yıllarda izlemeye çalıştığı Öcalan ve PKK ile de müzakere ederek, sorunu çözme stratejisinin bütünüyle terk edildiği mesajları, son günlerde açık biçimde verildi. BDP’nin, birkaç yıldan beri yapıldığı gibi, Newroz kutlamalarını haftasonu yapma talebinin bu kez reddedilmesi de belli ki bu stratejinin parçasıydı.
Taktik savunma
Başbakan’ın, hükümeti bu tutarsızlığı konusunda eleştirenlere, PKK’nın kutlamaları kanlı bir ayaklanmanın parçası haline getirmek istediği bilgisi ışığında yasaklama kararı verdiklerini söylemesi, taktik bir savunmadan daha fazla anlam taşımıyor. Başbakanın danışmanları arşivlerine bakarlarsa, PKK yöneticilerinden biri veya diğerinin “ayaklanma”, “serhildan”, “Kürt özgürlük mücadelesinin ateşinin yakılması” türünden çağrıların benzerlerini yakın geçmişteki Newroz kutlamaları öncesinde de yapmış olduklarını göreceklerdir. Buna rağmen, mülki idare yöneticileri, 2008’den beri hep haftasonlarında yapılan bu kutlamalarda ateş üzerinden, yer yer BDP yerel yöneticileriyle birlikte şen çocuklar gibi atlamakta beis görmemişlerdi. Anlaşılan o ki, PKK’nın strateji değişikliğinden ziyade, hükümetin Kürt sorunundaki strateji değişikliği bu kez “Nevruz 21 Mart’tan başka tarihte kutlanmaz” kararınının asıl gerekçesi olmuş.
Burada bir burun sürtme, “Sizin istediğiniz değil, bizim istediğimiz olacak” dayatması var. Eğer PKK’nın asli amacı kutlamaları bir şiddet ve ayaklanma gösterisine dönüştürmek ise, bunların haftaiçi veya haftasonu yapılması çok fark eder mi? Biraz daha fazla insanın gösterilere katılması, PKK’nın gövde gösterisi mi olurdu, yoksa BDP’nin mi? Bunun BDP’nin gövde gösterisi olarak tezahür etmesini engelleyen, yegane değil ama en önmeli etmen, hükümetin yasakçı tavrı değil mi? BDP’nin gövde gösterisi yapabilmesini, sivil siyaset yolunu seçmiş, bu alanın genişlemesi için mücadele verenlerin gövde gösterisi olarak görmek yerine, devlet güvenliğine tehdit olarak değerlendirmek, hâlâ Kürt sorununun başlama noktasında tepinildiğini gösteriyor. Kürt sorunu her şeyden önce güvenlikçi devlet politikasının bir sonucu olarak tırmandı ve bu noktaya geldi. TRT Şeş’in yayına başlaması, Kürtçe kullanımının önündeki en kaba yasakların kaldırılması, bu kadim politikanın bir varoluşsal devlet refleksi olarak devam ettiği olgusunu gizleyemiyor.
Muhatap sorunu
Hükümetin yeni stratejisinin, Kürt sorununda muhatap aramak yerine, doğrudan halkı muhatap almak olduğu ifade ediliyor. Başbakan bunu, yakın tarihlerde, “bizim muhatabımız sadece millettir” diyerek ifade etti. Bu anlayış, şefle, iktidarla halk arasında doğrudan ve aracısız ilişki olduğunu iddia eden, tipik bir otoriter siyaset biçimidir. Bunun sağ veya sol söylemli versiyonları, bu şef-halk bütünleşmesi noktasında birleşirler. Halkın yekpare bir bütün olmadığını, milletin içinde birçok “millet” olduğunun reddine dayalı bu şeflik zihniyetinin, Türkiye’deki tarihsel kalıbıdır Kemalizm. Otoriter yönetim anlayışının, şeflik reflekslerinin, halkı/milleti yekpare bir bütün olarak görme arzusunun tezahürüdür bu. Milliyetçilikle pekiştirilmiş bu otoritarizmin, geçmişte olduğu gibi, bugün de Kürt sorununda çözüm yolu aynı. Kemalist olduklarını açıkça ifade edenler, bugün iktidarda olsalardı, tam da hükümetin benimsediği strateji türünden bir çözümü önerirlerdi. Kürt kimliğini sahiplenerek, bunun tanınması mücadelesini siyasal alanda verenleri elinin tersiyle itip, “biz bu sorunu halkımızla çözeceğiz” derlerdi. Kürt kimliğinin siyasal temsiliyetinin meşruiyetini kabul etmezlerdi. Burada söz konusu olan halk, bilindiği gibi, devletle bütünleşmiş, kaynaşmış, imtiyazsız, sınıfsız kütledir.
Hükümetin Kürt kimliğiyle demokratik platformda siyasal tanınma mücadelesi verenleri, parlamentoda yer alsalar bile, bu konuda siyasal muhatap olarak kabul etmeyeceğinin simgesel işareti, birkaç ay önce bir milliyetçi genç tarafından, ardından geçen pazar günü resmi kıyafetli bir polis memuru olduğu iddia edilen bir kişi tarafından Batman bağımsız milletvekili Ahmet Türk’ün suratına atılan yumruklardır. Bu yumrukların, Ahmet Türk’ün şahsında Kürt kimliğini sahiplenen Türkiyeli Kürtlerin suratına vurulduğunu anlamak için gösterge biliminin araçlarına başvurmaya bile gerek yok.
BDP-PKK
Önlerine konulan engellere rağmen, parlamentoya girme mücadelesini yılmadan veren milletvekillerinin Kürt sorununda birincil muhatap kabul edilmemelerinin demokratik siyasette hiçbir gerekçesi olamaz.
BDP milletvekillerinin arkasında PKK gölgesinin olduğuna inanmak, bu gerceği ortadan kaldırmaz. Demokratik bir rejimde hükümet olmak, Kürt sorunu gibi çok boyutlu ve tarihsel birikimi yüksek bir sorun karşısında, bu sorunun meşru siyaset kanalı içinde müzakere edilmesinin koşullarını yaratma sorumluluğunu da taşımak demektir. Yasadışı silahlı güçlere karşı, terör eylemleri düzenleyenlere karşı, şiddeti sokağa dökenlere karşı güvenlik güçlerinin yürütmeleri gereken meşru çabalar, bu sorumluluğun askıya alınmasının gerekçesi olamaz. Olduğu zaman, Ahmet Türk’e atılan yumruklar konuşur.
Üstelik İçişleri Bakanı’nın yasağını AKP’nin kendisi deliyor ve Nevruz’u başka bir anlam dünyasına çekmeye çalışıyorsa, ortada örgütlü bir siyasal provokasyon var demektir. Hükümet, Newroz değil Nevruz kutlamalarına Türk Dünyası kutlamaları olarak, 21 Mart dışında da yapılmasına izin verirken, örneğin Eyüp Belediyesi’nin 19 Mart Pazartesi günü bunu bir Türk Dünyası bayramı olarak kutlamasını teşvik ederken, getirdiği yasağın tam bir provokasyon olarak algılanacağını da herhalde düşünmüştür. Belki de yeni strateji, bu tür siyasal provokasyonları da içeriyordur. Türkiye dışında, 10’dan fazla Türki devlet veya topluluğun folklor ekiplerinin katıldığı, müftünün duasıyla başlayan, mehter takımının eşliğinde gerçekleştirilen Eyüp Belediyesi Nevruz Şenlikleri’nin 21 Mart dışında bir tarihte kutlanması değildir yegane provokasyon nedeni. Bu kutlamalarda Kürt kimliğinin, Kürt kökenlilerin adının hiç geçmemesidir. Türkiye Türklerinin yakın tarihinde bir yeri olmayan, ama Türkiye’de Kürt kimliğinin tanınması mücadelesi içinde son yirmi yılda özel bir yeri olan bu kutlama törenlerinin, Türkleştirilmesi de bu yeni stratejinin bir parçası gibi gözüküyor.
Bu güvenlikçi devlet refleksiyle, etnik vurgulu milliyetçiliğiyle, dini ve orduyu temsil eden müftü ve mehterin eşliğinde, “Nevruz ancak devletin öngördüğü yer, gün ve biçimde kutlanır” anlayışıyla, Kemalizm’in muhafazakâr versiyonu bir heyula gibi karşımızda duruyor.
Hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik, bu ortamda “Kürt sorununu çözmek için Türkleri ikna etmek, Kürtleri memnun etmek gerekir” tespitini dile getirdi. Son derece doğru. Kürtleri memnun etmek zor diyor bugün Başbakan. Ahmet Türk’e bu konuda danışabilir. Ama kendisinin de içinde yer aldığı bu heyulayı ikna etmek hiç daha kolay gibi gözükmüyor.
Ahmet İnsel - Radikal İki
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.