KCK iddianamesinin bütününü okuyunca, "düşman bir zihniyetle" mücadele görevini üstlenmiş bir yargı gücü tablosu ortaya çıkıyor.
KCK iddianameleri art arda geliyor. Geçtiğimiz günlerde 2401 sayfalık iddianameye dayanarak, çoğu tutuklu 193 şüpheli hakkında, esas olarak KCK Türkiye Meclisi’nin İstanbul örgütlenmesini gerçekleştirdikleri iddiasıyla dava açıldı. Ardından çoğunluğu Abdullah Öcalan’ın avukatı olan, 35’i tutuklu 50 şüpheli hakkında hazırlanan başka bir iddianame özel yetkili savcılık tarafından mahkemeye sunuldu. Şu anda Türkiye’de görülmekte olan kaç KCK davası var? Hesabını tutmak zor. Bu davalarda sanık sayısının 10 bin civarında ve yarısından fazlasının tutuklu olduğu iddia ediliyor. Aralarında 40’ı aşkın belediye başkanı, iki il genel meclisi başkanı, birçok belediye meclisi üyesi, bol miktarda BDP il ve ilçe örgütleri yöneticileri bulunan bu farklı davalarda suçlamalar tek bir kalıptan çıkmış bir genel çerçeveye dayanıyor.
Bu davaların ilki veya ilklerinden olan, 18 Kasım 2008’de tutuklanan, tek sanıklı KCK davasının sanığı Serdar Ziriğ’e Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nde Mayıs 2009’da açılan davanın makul ebattaki -148 sayfa- iddianamesindeki suç kalıbı, onu izleyen diğer bütün davalarda aynı tarihsel örgü ve mantık zinciri içinde, aynı ifadelerle karşımıza çıkıyor. Serdar Ziriğ iddianamesinde yer alan PKK tarihi, KCK kuruluş belgeleri, PKK-KCK-DTP/BDP ilişkileriyle ilgili uzun bölümler, 151 şüpheli hakkında 7578 sayfalık iddianameye dayanarak Haziran 2010’da açılan KCK davasında da, bir hafta önce İstanbul mahkemesinde kabul edilen 2401 sayfalık iddianamede de aynı.
Bu suç kalıbı, PKK-KCK-DTK-DTP/BDP arasında doğrudan bir örgütsel hiyerarşik ilişki olduğu iddiasına dayanıyor. Bu örgütsel hiyerarşinin esas amacının “birleşik, bağımsız Kürdistan” kurmak olduğu ön kabulü bunu tamamlıyor. Örneğin savcılar, çoğu zanlı için yasadışı bir örgütten doğrudan veya dolaylı emir aldıklarını tespit eden somut deliller sunmuyorlar. Özellikle telefon dinlemeleri aracılığıyla elde edilen bu tür somut suç delilleri, sınırlı sayıda zanlı için geçerli. Çok daha büyük bir sanık kitlesinin suçunun somut delili, PKK’ya yakın yayınlardan, Öcalan’ın yayımlanan avukat görüşmelerinden etkilenmek, bunları referans göstermek. Çoğu zaman davayla ilişkisi olmayan kişilerle bir telefon sohbetinde kullanılan ifadeler nedeniyle zihniyet sorgulaması yaparak suç unsuru yaratılıyor.
Parti-terör örgütü
Bu davaların ana teması KCK örgütlenmesi olarak gözüküyor. Ama esas amaçları, yasal alanda faaliyet göstermeye çalışan Kürt siyasal hareketi eksenli siyasal partinin terör örgütünün hiyerarşik uzantısı olduğunun tescil edilmesi. Örneğin Haziran 2010’da açılan 151 sanıklı KCK davasında esas suçlamalardan biri, DTP’nin yerine BDP’nin kurulması talimatının Sabri Ok tarafından verildiği, dolayısıyla daha sonra kapatılacak olan DTP gibi BDP’nin de PKK-KCK’nın uzantısı olduğu idi. KCK-İstanbul örgütlenmesi ile ilgili iddianamede de benzer bir iddia yer alıyor. Bu nedenle ve doğal olarak savcılık iddianamenin bir örneğini, BDP hakkında gereğinin yapılması için Yargıtay Başsavcılığına göndermiş. Gerçekten de bu iddianamelerin genel mantığını kabul edince, BDP’nin kapatılmaması ve şimdikinden kat be kat daha fazla insanın yargılanmıyor oluşuna hayret etmek gerekir. KCK iddianameleri, 2007’den beri çeşitli seçimlerde DTP’ye, BDP’ye ve onların destekledikleri bağımsız milletvekili adaylarına oy veren tüm seçmenleri, bu seçim kampanyalarını desteklemiş herkesi potansiyel olarak sanık sandalyesine oturtmayı içeren bir mantık üzerine kurulu.
Teröre hizmet
KCK İstanbul örgütlenmesi ağırlıklı olarak açılan son davanın iddianamesi, sadece şüphelilerle ilgili delilleri ortaya koymak ve somut suç unsurlarını ispat etmekle yetinmiyor. Bu davalarla ilgili eleştirilere de tehdit içeren yanıtlar yetiştirmekten geri kalmıyor. Örneğin KCK’nın nasıl bir suç örgütü olduğunu tarif ederken, “KCK’nın Türkiye’de sivil siyasi hareket olduğunu iddia edenlerin bir kısmının büyük bir yanılgı içerisinde oldukları, bir kesimin ise bilerek terör şebekesini gizlemeye çalıştığı” savcı tarafından iddia ediliyor. Daha ileride bu ifade “terör örgütünün emellerine sinsice hizmet etmek” olarak yer alıyor. Görüldüğü kadarıyla Ragıp Zarakolu’na atfedilen suç tam da bu sonuncusu: Uluslararası saygınlığını “terör örgütünün yasallaşmasının hizmetine sunmak”. İddianamede yeni suç tanımları da çıkıyor karşımıza. Siyaset akademilerine katılarak “terör yuvası olan bu kurumları” yasallaştırma, suçu bunlardan biri.
DTP’nin kapatılmasını protesto için gösteri düzenlenmesinin de suç delili olarak gösterildiği, bunun yanında gerçekten suç olan molotof kokteyli atmak gibi eylemlere katılanların da tespit edildiği, karmakarışık bir iddianame daha var karşımızda. Birçok telefon dinlemesi kaydının herhangi bir somut suçla irtibatını kurmak mümkün değil. Şüphelilerin bazılarının, örneğin Büşra Ersanlı’nın tuttuğu, çoğu eksik cümleli notlara dayanan delillerin, şüphelinin kendi görüşü mü, bir yerde okudukları veya başkasından dinledikleri cümle parçaları mı olduğuyla ilgilenmiyor iddia makamı. İddianamede yer alan KCK sözleşmesini okurken bir deftere taşınan birkaç alıntının, daha sonra bir aramada “ele geçtiğinde” suç delili olarak kullanılması mümkün, bu zihniyet polisi refleksi tarafından. Buna karşılık, bazı açık isimli veya gizli tanık ifadeleri, bazı şüphelilere yöneltilen suç iddialarını destekler mahiyette. İddianamede hiç suç delili yok demek mümkün değil ama bu suç delilleri yüzlerce şüphelinin çok azı için geçerli.
Kim yargılanıyor?
Savcılık, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 28 Aralık 2011’de aldığı, KCK’nın terör örgütü olarak tanımlanması gerektiğine dair kararı referans kabul ediyor. Ama şüphelilerin dörtte üçünden fazlasının mecliste grubu bulunan bir yasal siyasal partiye üye olduğu bir dava açarak, sanki KCK’yı değil, BDP’yi yargılıyor. KCK-BDP arasındaki hiyerarşik veya örgütsel bağların delilleri genellikle yasadışı protesto eylemlerine katılanların kimliği. Bu çerçevede BDP’nin tüm faaliyetleri, partiye bağış toplamaktan siyaset akademileri kurmaya kadar, KCK faaliyetlerinin uzantısı olarak ele alınıyor. Bu akademilerde verilen derslerin içeriğinin PKK’nın Kuzey Irak’taki bir kampındaki ders programıyla aynı olduğunu savcılık iddia ediyor. Bu kamptaki ders programını delil olarak sunmuyor. Ortam dinlemesi yoluyla bölük pörçük elde edilen bazı derslerin kayıtları, açıkça silahlı mücadele ve şiddet propagandası içermeyen ama örneğin Öcalan’ın tarih felsefesinin anlatıldığı bir ders, terör örgütü üyeliğine delil teşkil etmeye yetebiliyor. Eylemi değil, zihniyeti yargılamak koşuluyla. İddianamenin bütününü okuyunca, “düşman bir zihniyetle” mücadele görevini üstlenmiş bir yargı gücü tablosu ortaya çıkıyor. Yargının böyle bir görevi yerine getirmesi totaliterlikten otoriterliğe, diktatörlüğe uzanan geniş bir yelpazede yer alan rejimler için doğaldır.
Son KCK iddianamesini “bölücü terör örgütünün sinsi faaliyetlerinin ortaya çıkarılması” olarak koşulsuz alkışlayanlar, bunu yaparken, Türkiye’de ifade ve örgütlenme özgürlüğünün sınırlarının daraltılıp, yeniden çizilmesi çabasını da alkışladıklarını muhakkak biliyorlardır. (Radikal)
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.