“Kademe kademe bir keyfileşme olduğunu görüyoruz. Bu keyfilik, daha ileri safhalara giderse, savcı ve yargı devletine kayarız. Yargıda büyük problemler sürüyor. Yargıya bir neşter vurmak gerekiyor.”
“Özel Yetkili Savcılar artık ölçüyü kaçırdılar. Savcılar, kendilerini yasaya ve içtihada çok bağlı hissetmediğinde ölçü kaçar ve bu durum KCK davasına da, şikeye davasına da yansır.”
“Özel Yetkili Savcılar, MİT görevlilerinin birtakım örgütsel suçları devam ediyorsa ve bunun talimatı Başbakan tarafından verildi denirse, Başbakan’a ‘Sen de gel, seni de soruşturuyoruz’ diyebilirler.”
***
NEDEN AHMET GÜNDEL
Özel yetkili savcının, PKK’yla müzakereleri yapan MİT müsteşarını sorguya çağırması, hem AK Parti’nin hem de devletin içini karıştırdı. Başbakan, özel yetkili savcının bu hamlesini, Cemaat’in Yargı’daki ve Emniyet’teki uzantılarının, hükümetin PKK ve Kürt politikasına bir saldırısı olarak gördü ve hızla MİT Kanunu’nu değiştirtti. Böylece Türkiye’nin dokunulmazları arasına bir anda binlerce MİT görevlisi de girdi. Üstelik sadece onlar değil, Başbakan’ın istihbarat için görevlendireceği diğer kamu görevlileri de bu kanun değişikliğiyle yargı karşısında dokunulmaz kılındı. Türkiye bir yandan, devletin içindeki çeteleri ve suç örgütlerini temizlemek için geçmişin dokunulmazlarına dokunurken, bir yandan da devletin devasa bir bölümünü şimdi tamamen denetim dışına çıkardı. Onların soruşturmalarını, Başbakan’ın iznine bağladı. Bu yasa değişikliğinin hukuki sonucu ne olacak? Ergenekon, KCK, faili meçhuller, darbe girişimleri gibi büyük soruşturmaların ve davaların, işin MİT ayağı sorgulanmadan aydınlanamayacağı dikkate alınırsa, Türkiye’nin beş yıl önce giriştiği temizlik ve hesap sorma süreci nasıl yürüyecek? Niye Türkiye’de bu gelgitler yaşanıyor? Neden bizdeki yargı tarafsız ve bağımsız bir görüntüye kavuşamıyor? Demokrasilerde savcılar siyasi denetim yapabilirler mi? Peki hükümetler, beğenmedikleri savcıların elinden dosyaları alabilirler mi? Yargı’da, Cemaat’in bir örgütlenmesi mi var? Bizde Yargı niye hukukla ya da adaletle değil de Kemalizm’le ya da Cemaat’le özdeşleşiyor? Özel yetkili savcı ve özel yetkili mahkemeler ne demek? Bizdeki sistemde savcıyı polis mi yönlendiriyor? Keyfî tutuklamalar yapılıyor mu? Bu tür keyfî hareketleri engelleyebilecek bir mekanizma yok mu? Bütün bu soruları ve sorunları, yirmi yıl Yargıtay savcılığı yapan ve ceza hukuku üzerine kitaplar yazan Ceza Avukatı Ahmet Gündel’le konuştuk.
***
NEŞE DÜZEL: Yargı kısa zaman öncesine kadar askerî vesayetin bir destekçisi olarak görülüyordu. Şimdi ise Yargı’nın Kemalistlerden, Cemaatçilere geçtiği söyleniyor. Bu iddia doğru mu?
AHMET GÜNDEL: Benim 25 yıllık savcılık hayatımın 20 yılı Yargıtay’da geçti. Yüksek Yargı’yla ilişkilerim sürüyor. Ben böyle bir örgütlenme görmüyorum. Ama şunu söyleyebiliriz. Yüksek Yargı’da, hükümete yakın olabilecek bir kadronun oluştuğunu söyleyebiliriz. Çünkü referandumdan sonraki yeni HSYK düzeniyle Yüksek Yargı’nın yapısı tamamen değişti. Yüksek Yargı’daki kişiler, AK Parti’nin kullanabileceği, AK Partililerle mesai yapan ve onlara çok yakın olan insanlar değiller ama düşünce olarak AK Parti’ye yakın olabilecek insanlar bunlar. HSYK’nın, Yargıtay’a ve Danıştay’a üye seçimlerinde böyle bir tercih ortaya çıktı.
Tam olarak nasıl bir tercih ortaya çıktı?
Bunların arasında MHP’ye yakın olanlar da var, Kemalist olmayan sosyal demokratlar da var. Yani HSYK’nın düzeni değiştikten sonra daha muhafazakâr savcı ve yargıçlar ön plana çıkmaya başladılar. Yargıtay’a ve Danıştay’a daha muhafazakâr insanlar seçilmeye başladılar. Özel yetkili savcılık ve mahkemelere gelince...
Evet...
Bunlar, çok özel soruşturmalar ve yargılamalarla Türkiye’nin son beş yılına damgalarını vurdular. Orada da daha muhafazakâr bir ağırlık ortaya çıkmıştır ama bunların arasında Cemaat mensubu kişilerin oranı iddia edildiği kadar değildir. Zaten özel yetkili mahkemelerin yürüttükleri soruşturmalar ve dosyalar öyle birkaç savcıyla olacak işler de değil.
Niye?
Orada bir dosya bazen 15-20 savcının ve yargıcın elinden geçiyor. Bunların hiçbiri Cemaatçi değildir diyemeyiz ama bunların hepsi de Cemaatçi olamaz. Sonuçta özel yetkili savcılar ve yargıçlar, meslekte 10, 15 veya 20 yıllıklar. Bunlar, AK Parti döneminde alınmadılar. AK Parti hükümetinde alınanlar henüz özel yetkili savcılıklarda ve Yargıtay’da çalışabilecek duruma gelmediler. Eski HSYK döneminde alınan savcı ve yargıçlar bunlar. Eski dönemde alınanlar arasında Fethullah Gülen hareketine yakın insanlar yok muydu? Münferit olarak vardı tabii. Ben Cemaat’le hiçbir ilişkisi olmayan ve cemaat, tarikat olaylarından da hoşlanmayan biriyim ama... İnsanlar teröre ve şiddete bulaşmadıkları sürece inançlarını ve düşüncelerini yaşamakta özgürdürler.
Şu anda tek ölçüsü adalet ve hukuk olan, tam bağımsız ve tarafsız bir HSYK’dan söz edebilir miyiz?
Tam olarak söz edemeyiz. Çünkü bir geçiş dönemi bu. Anayasa değişikliğinden sonra yapılan ilk HSYK seçimlerinde seçilenlerin bir kısmı, yıllarca Adalet Bakanlığı’nda önemli görevler yapmış olan insanlar. Geçmişte on iki bin yargıç ve savcı kadrosunun atamalarında, denetiminde etkili oldular bunlar.
KCK dosyasına bakan savcı, MİT müsteşarını ifadeye çağırdı ve dosya bunun üzerine hemen ondan alındı. Hukuk açısından bu nasıl bir görüntü?
Hukuken buna engel yok. Başsavcılıklarda olabilecek bir durum bu. Geçmişte de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı, yine özel yetkili bir savcıdan dosyayı aldı, başkasına verdi. Hâkime yapılsa, bu bir müdahale olurdu, çünkü hâkim bir karar verdiğinde, ona kıdemli hâkimler niye böyle bir karar verdin diyemezler ama, savcılıkta sistem böyle işlemez. Savcılık dediğiniz bir bütündür zaten. Savcılar, bağımsız hareket etmezler. Birlikte çalışma düzeni içinde aynı şekilde hareket ederler. Savcılığın çalışma yönergesi vardır onun içinde davranırlar. Diyelim ki bir savcı takipsizlik kararı verdi, başsavcı bunu inceler ve dava açılmasını gerekli görürse, savcıya, “takipsizlik kararını kaldır” der. Yani savcı, hâkim kadar bağımsız değildir.
Peki, hükümet, beğenmediği savcılardan dosyaları alacak bir güce sahip midir?
Hayır. Ama bu savcının soruşturmadan alınması doğaldı. Çünkü usul yanlışlıkları yaptı. Bilgileri dışarı sızdırdı ve üstlerine bilgi vermedi. Ayrıca Başbakan’dan Cumhurbaşkanı’na, önemli kişiler bile savcının görevini aştığını, hükümetin politikalarına müdahale ettiğini söylediler. Savcının yaptığı bu işlem gerçekten görevi içinde bir işlem mi yoksa değil mi, bunu HSYK denetlemeliydi.
Niye denetlemedi?
Yeni HSYK’nın yapısı hükümetin düşüncesine yakın bir yapı olduğu için, HSYK dikkatli davrandı. “Hükümet etkiledi ve HSYK dosyayı savcıdan aldı” denmesin diye, Cumhuriyet Başsavcısı dosyayı savcıdan aldı. Deniz Feneri soruşturmasında da aynı durum yaşandı.
Deniz Feneri dosyasına bakan savcıların da Cemaat’e yakın oldukları söylendi. O dosya savcılardan niye alındı?
KCK davası için aynı şeyi söyleyemem ama Deniz Feneri dosyasının, Başsavcıvekili tarafından, soruşturmayı yürüten savcılardan suni nedenlerle alınıp başka savcılara verilmesi, soruşturmanın yönünün değiştirilmesi anlamındadır. Bu davanın ucunun AK Parti’ye ve hatta Başbakan’a dayandığı spekülasyonları var. Ben bunu bilemem. Bu dosyaya üç savcı bakıyordu. Birini yakinen tanıyorum, Cemaatçi değil. Diğer ikisini bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, bu savcılar gerçekten görevlerini yerine getirdiler. Otuz yıllık ceza hukukçusuyum ben. Benden rica etseler, gider onların Yargıtay’da avukatlığını yaparım ben.
Demokrasilerde hükümet savcılardan dosya almak gibi bir güce sahip olabilir mi?
Demokrasilerde hükümetlerin, bir savcı ya da hâkimin elinden dosya alması hukuk devletine uygun değildir. Ama HSYK gibi bağımsız kurullar marifetiyle bu işlemin yapılması doğaldır. Geçenlerde İspanya’da benzer bir olay yaşandı.
Peki, savcılara gelirsek... Savcılar, hükümetlerin politikalarını denetleyebilirler mi, siyasi denetim yapabilirler mi?
Savcılar da, yargıçlar da siyasi denetim yapamazlar. Adli yargının böyle bir hakkı yoktur. Onlar, ancak suç teşkil eden bir fiil varsa onun üzerine gidebilirler. Hükümetlerin politikalarını denetleyerek ve hükümetleri sıkıştırarak, onları farklı politikaya yönlendiremezler.
Savcının MİT müsteşarını çağırması siyasete müdahale miydi?
İlk veriler bunu destekledi ama daha sonra iş, tek bir özel yetkili savcının inisiyatifinden çıktı ve Cumhuriyet Başsavcıvekili ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı da kurumsal olarak bu soruşturmaya sahip çıktılar. Görev dışında suç teşkil edebilecek bazı olguların olabileceği intibaını aldım ben bundan.
Eski MİT müsteşarı hakkında da yakalama kararı çıktı. Böyle bir kararın çıkması gerekiyor muydu?
Daha yumuşak davranılabilirdi. Yazılı davet yapılabilirdi.
Bunlar özel yetkili savcılar. Özel yetkili savcı ne demek?
Ceza Muhakemeleri Kanunu diye bir kanun var. Bu kanunun 250. maddesinde de terörle, çeteyle, darbeyle ilgili bazı suçlar sayılıyor. İşte bu suçlar, HSYK’nın görevlendirdiği bazı mahkemelerde yargılanıyor. İşte bunlara, Özel Yetkili Mahkemeler deniyor. Bu suçları soruşturmakla görevli olan savcılara da Özel Yetkili Cumhuriyet Savcıları deniyor. Bu mahkemelerin yargıçlarını ve savcılarını HSYK atıyor.
Bunların genel yetkili savcılardan ve mahkemelerden en önemli farkı nedir?
Bunlar, genel yetkili savcıların soruşturamayacağı birçok kişiyi soruşturabiliyorlar. Dokunulmayanlara dokunuyorlar. Bunun üç istisnası var. Son yasa değişikliğiyle dördüncü istisna da MİT oldu.
Özel yetkili savcılar kimlere dokunamıyorlar?
Görevden kaynaklanan suçlar nedeniyle yargılaması Anayasa Mahkemesi’nde, Yargıtay’da ve Askerî Mahkemelerde yapılan kişilere özel yetkili savcılar dokunamıyorlar. Başbakanı, bakanları, Yargıtay üyelerini, birinci sınıf hâkimleri, asker kişileri, eğer suç görevden kaynaklanıyorsa soruşturamıyorlar. Şimdi bütün MİT görevlileri de bu kapsama alındı.
Yedi bin MİT görevlisi ancak başbakanın izniyle mi soruşturulabilecek şimdi?
Suç tarihinde MİT görevlisi olan herkes başbakanın izniyle soruşturulabilecek. Ayrıca başbakanın MİT Yasası kapsamında görevlendirdiği diğer kamu görevlileri de ancak başbakanın izniyle soruşturulabilecekler. Doğru bir düzenleme değil bu.
MİT’i tamamen yargı denetiminin dışında bırakmak değil mi bu?
Evet, tamamen öyle. Oysa Ergenekon’un MİT’in içinde ayağının olmadığını söylemek çok saflık olur. Ergenekon’un üzerine giden hükümetin, MİT’in içindeki unsurların da üzerine gitmesi gerekir.
Özel Yetkili Savcı, MİT’teki Ergenekon’u mu soruşturuyordu yoksa hükümetin Kürt siyasetini, müzakere politikasını mı denetlemeye çalışıyordu?
Bu iki olay farklı. KCK’yı soruşturan savcılar ile Ergenekon’u soruşturan savcılar farklı. Ergenekon’u soruşturan savcılar MİT’in üzerine gitmediler. İsteselerdi çok rahat giderlerdi.
MİT bir istihbarat örgütü ve Ergenekon, Balyoz, Kafes gibi davalara, faili meçhul cinayetlerin, çetelerin soruşturulmasına katkıda bulunmadı. Tuhaf değil mi bu?
Normal mantıkla konuyu irdelediğimizde, MİT’in hâlâ Ergenekon, Balyoz türü yapılanmaları koruma güdüsü içinde olduğunu düşünürüz. Çünkü yapılan işlerin niteliğine baktığınızda, bu işlerin, MİT’in içinden destek ve işbirliği görmemesi mümkün görünmüyor.
MİT Kanunu’ndaki son değişiklik nasıl bir hukuki ve siyasi sonuç yaratacak?
Başbakan Erdoğan bu yetkiyi kötüye kullanmayabilir ama bu değişiklik artık Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir kanunu. Tayyip Erdoğan’la ilgili bir kanun değil bu. Erdoğan gider, bir başkası gelir ve yetkiyi kötüye kullanabilir. Geçmişte Emniyet’in üst düzeyinde bulunan ve sonra bakanlık yapıp da yargılanan kişiler oldu. Diyelim ki onlardan biri başbakan oldu. Şimdi bu madde, onlara bir sürü faili meçhul cinayetler işleme yetkisi veriyor. Yalnız bu maddenin yasaya açılan şöyle bir kanalı da var.
Anlamadım, ne var?
Başbakanın MİT görevlisinin soruşturmasıyla ilgili verdiği veya vermediği izin, idari bir işlemdir ve idari yargının denetimine tabidir. Şimdi biz Başbakan’ın son olayla ilgili olarak MİT eski ve yeni müsteşarlarının soruşturulmasına izin vermeyeceğini adımız gibi biliyoruz. Başbakan’ın bu kararı Özel Yetkili Savcılığa gidecek. Savcı, Başbakan’ın izin vermediğine dair bu yazılı kararını iptal için Danıştay’a götürebilir. Danıştay, Başbakan’ın kararını iptal ederse, soruşturma kaldığı yerden devam edecek. Ayrıca MİT Kanunu’ndaki değişikliği Anayasa Mahkemesi de iptal edebilir. Bu yüzden MİT soruşturmasının sürmesi ihtimali ciddi şekilde var.
Bir hukuk devletinde, bütün savcıların her suçluya dokunabiliyor olması gerekmez mi?
Tabii ki gerekir. Zaten demokratik devletlerde herkese dokunuyorlar. Özel yetkili deniyor ama özel yetkili savcıların öyle çok özel yetkileri de doğrusu yok. Genel savcıların ve mahkemelerin sahip olmadığı birkaç özel yetkileri var o kadar. Mesela tutukluluk süreleri iki kat uygulanıyor, dolayısıyla beş yıldan on yıla çıkıyor. Aslında özel yetkili savcılıklarla ilgili sorun, uygulamadan kaynaklanıyor. Sorun, savcıların yetkilerini aşmalarından ötürü yaşanıyor.
Yetkilerini nasıl aşıyorlar?
Özel Yetkili Savcılar artık ölçüyü kaçırdılar. Bazı davalarda somut olarak bunu gözlemliyorum ben. Mesela İlker Başbuğ, Hanefi Avcı soruşturmalarında ölçü kaçtı. Ahmet Şık ve Nedim soruşturmalarında ise ölçü çok çok kaçtı.
Nedense Hrant Dink davasında Özel Yetkili Savcılarımız ölçüyü bu anlamda hiç kaçırmadılar! Sizce KCK davasında da ölçü kaçtı mı?
Terörün bu kadar yoğun olduğu bir yerde bu operasyonların yapılması kaçınılmaz ama KCK’da da ölçü kaçmış olabilir. Eğer Özel Yetkili Savcılar bir noktadan itibaren ölçüyü kaçırmışlarsa ve kendilerini yasalara ve Yargıtay içtihatlarına çok fazla bağlı hissetmiyorlarsa, ölçünün kaçması durumu, KCK davasına da, şike davasına da ve bundan sonra yapılacak bazı soruşturmalara da yansır. Çünkü işin ucu bir kere kaçtı mı...
Sonuç ne olur?
Bunun nereye kadar gideceğini bilemeyiz artık biz. Savcılar, kendilerini engelleyecek bir şey olmadığını düşündükleri andan itibaren farklı bir yörüngeye girilir ve bunu toparlamak artık güç olur. Nitekim son olayda işin Başbakan’a da gidebileceği söyleniyor. Anlayacağınız, MİT soruşturmasında da ölçü kaçtı. Özel Yetkili Savcılarımız, sorumluluklarını yerine getirmez ve yetkilerini zorlarlarsa bu iş Başbakan’a kadar uzanabilir.
Başbakan’a kadar nasıl uzanabilir? Başbakan’ı hangi konuda suçlayabilirler?
Özel Yetkili Savcılar, şu anda yürüttükleri soruşturmada MİT görevlileriyle ilgili bir suçüstü hali görüyorlarsa ve MİT görevlilerinin birtakım örgütsel suçları devam ediyorsa ve bunun talimatı da “Başbakan tarafından verildi” denirse, artık Başbakan’ın dokunulmazlığı kalmaz. Başbakan’a, “sen de gel, seni de soruşturuyoruz” diyebilirler. Ama bu durum, biraz önce de söyledim, Özel Yetkili Savcıların ve mahkemelerin yetkilerinin genişliğinden kaynaklanmıyor. Bu durum, uygulamadan kaynaklanıyor.
Türkiye’nin çetelerden, darbelerden temizlendiğini düşündüğümüz bir süreçte, bu keyfilik Türkiye’ye büyük zarar vermez mi?
Kademe kademe bir keyfileşme olduğunu görüyoruz. Bu keyfilik, daha da ileri safhalara giderse, bu sefer hukuk devletinden savcı ve yargı devletine kayarız. Geçmişte şikâyet ettiğimiz bu yargı vesayeti bu kez her kesime büyük bir korku salar. Demokratik bir toplumda bundan daha kötü bir tehlike olamaz.
Peki, ne yapılması gerekiyor sizce?
Yargıya bir neşter vurmak gerekiyor. Çünkü soruşturma sisteminden mahkemelerin işleyişine ve yüksek yargının çalışmasına kadar yargıda genel olarak büyük problemler hâlâ sürüyor. Bu yüzden hem özel yetkili savcılık uygulamasına hem de yargının tamamına neşter vurmak gerekiyor. Birkaç yıldır yapılan düzenlemeler bir miktar katkıda bulunsa da, bugün yargıda çok büyük problemler var ve yargı bu ülkenin hâlâ kanayan yarası. Bana yargı mı, terör mü, Türkiye’nin en büyük problemi hangisi diye sorsanız, terör diyemem.
Konuyu, bir de tersinden sorayım, özel yetkili mahkemeler ve savcılar olmasaydı, devletin en yüksek makamlarına kadar tırmanmış görünen Ergenekon tipi örgütlenmeler soruşturulabilir miydi?
Bu, çok önemli bir soru. Özel yetkili savcılar ve mahkemeler olmasaydı, Türkiye bugün ne halde olurdu? Bir kere Türkiye beş yıl öncesine göre, demokrasiye ve hukuk devletine çok daha yakın bir düzeyde bugün. Hatırlayın... Dört yıl önce emekli General Veli Küçük gözaltına alındığında ne kadar şaşırmıştık. Bırakın görevde olan askerleri ve önemli bürokratları, biz onların emeklisine bile geçmişte dokunamadık. Bunlar hukuksal ya da fiili bir dokunulmazlık içindeydiler ve Türkiye’de her istediklerini yaptılar. Genel yetkili mahkemelerin ve savcıların bu işleri soruşturdukları ve yargıladıkları bir sistemde sonuç alınmadığını deneyimlerimizden çok iyi biliyoruz biz.
Özel Yetkili Mahkemelerin DGM’lerin yerini aldığı, sadece bir tabela değişikliği olduğu söyleniyor. Bu doğru değil mi?
Değil. Çünkü DGM’lerin dokunabilme konusunda bu kadar geniş yetkileri yoktu. Mevzuatta büyük farklılıklar oldu. Bakın... Bu ülkede, çıkar amaçlı suç örgütleri çok yaygın. Eğer biz bu işleri Özel Yetkili Savcılara soruşturtmazsak ve Özel Yetkili Mahkemelerde yargılatmazsak, bu olayların, çetelerin altından kalkamayız. Sonunda sokakta güven içinde yürüyemez hale geliriz. Bu yüzden Özel Yetkili Mahkemeler kaldırılmamalı. Sadece uygulama doğru yapılmalı. Geçmişi iyi, demokrasi ve hukuk devleti anlayışı gelişmiş deneyimli ve kıdemli hâkim ve savcılar seçilmeli ve bunlar meslek içi eğitime tabi tutulmalı.
Bizde yargı neden normal bir görüntüye kavuşamıyor bir türlü?
Kendi kendimize düzelemiyoruz biz. AB bunun için gerekli bize. Ancak AB’nin standartlarına uyum göstererek rahatlıyoruz biz. Zaten şu âna kadar geldiğimiz noktaya da AB uyumu sayesinde geldik.
Bizim sistemde polisle savcının ilişkisi nedir? Polisin savcıyı yönlendirdiği söyleniyor. Bizdeki sistem böyle mi işliyor?
İtiraf edelim ki sistem dediğiniz gibi işliyor. Savcı sayısı çok az olduğu için böyle oluyor. Polis, savcının bilgisi dâhilinde soruşturmayı yapıyor ve savcı onun getirdiği evraka yüzeysel bir incelemeyle ya takipsizlik kararı veriyor ya da üstüne bir iddianame ekleyip evrakı elinden çıkarıyor. Hatta bazen öyle oluyor ki, diyelim ki polis soruşturmada suça “tehdit” adını takıyor. Bir bakıyorsunuz, savcı da tehditten dava açıyor. Oysa olay tehdit değil, gasp! Maalesef işler ağırlıklı olarak böyle yürüyor.
Tutuklamaların da keyfî biçimde yapıldığı söyleniyor. Keyfî tutuklamalar yapılıyor mu?
Yapıldığını söyleyebiliriz. Eğer rejimi, hükümeti silah zoruyla hükümeti yıkmak yönünde veya ülkenin toprak bütünlüğünü bozmak yönünde eylemler varsa ve deliller ciddiyse, mahkemenin bunları tutuklaması gerekir. Ama zayıf delillerle suçun vasfı her an değişebilecekse, mesela örgüt mensubu dediğiniz kişinin suçu, daha sonra adli yargılamayı ihlale dönüşebilecekse, ki böyle olaylar yaşanıyor, o zaman bu tür hallerde tutuklamama yapılmaması lazımdır.
Bu tür keyfî hareketleri engelleyebilecek bir mekanizma yok mu? Özel Yetkili Mahkemelerin ve savcıların görevlerini kötüye kullanmaları ihtimaline karşı nasıl bir kontrol mekanizması çalışıyor?
İki türlü kontrol var. Savcılar hem Başsavcıvekilinin ve Başsavcının denetimine hem de HSYK’nın denetimine tabiler. HSYK istediği savcıyı görevden alabilir ve müfettişleri marifetiyle hakkında ceza ve disiplin soruşturması yapabilir.
Savcılar, rahatlıkla sıradan insanları, gazetecileri, yazarları sorguya çağırıyor. Bazılarını rahatça ifadeye çağırabilmesi ama bazılarını da ancak izinle çağırabilmesi anayasanın eşitlik ilkesine uygun mu?
Mevcut Anayasa’dan kaynaklanıyor bu durum. Anayasa’mıza göre devlet memurlarının görev suçlarından ötürü soruşturmaları ve yargılanmaları prensip olarak izne tabi tutulmuş. Maalesef kural bu!
Neşe Düzel - Taraf
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.