Bu ülke son yirmi dört saatini bir iç savaşın kıyısında geçirdi.
Ölümün, kanın yanından geçtik.
Yüksek Seçim Kurulu denen bir kurulun on bir üyesi bir kararla ülkeyi iç savaşın eşiğine getirdi.
Başbakan’a anlatmaya çalışıp da bir türlü anlatamadığımızı, hayat daha sert biçimde anlatıyor, “Eğer sen değişimleri kurumsallaştıracak cesur adımları atmazsan, senin geleceğin de ülkenin geleceği de bir avuç adamın iki dudağı arasına sıkışır kalır”.
YSK, Kürt adayların yedi tanesini bir kararla seçim dışı bırakınca Kürtlere siyasetin yolu bir anda kapandı, dağın ve savaşın yolu açıldı.
Adayları listeden silinen BDP’lilerin seçimleri veto etmesi, PKK’nın seçime kadar sürecek ateşkesten vazgeçmesine, çatışmaların başlamasına, cenazelerin çoğalmasına, ülkenin altüst olmasına, seçilecek Meclis’in meşruiyetini daha baştan yitirmesine, anayasa değişikliğinin suya düşmesine yol açabilecekti.
Böyle bir şey olmasın diye BDP’li Sırrı Sakık, iki kez YSK Başkanı’yla görüşmüş, dosyaları göstermiş, “Bir sorun var mı” diye sormuş.
Dosyalara bakıp, Ahmet Türk’ün belgelerinden birindeki “i” harfinin düzeltilmesini istemişler sadece.
Sonra da “Sorun yok, adaylarınız seçime girebilir” demişler.
Tam aday listeleri açıklanacakken de, “Biz bir ihbar mektubu aldık, bu adaylar seçime giremez” deyip Türkiye’nin bütün dengelerini berhava etmişler.
Ülke, yirmi dört saatini savaşın kapısında geçirdikten sonra da bir açıklama daha yapıp, “Eksik belgeler tamamlanırsa adaylar seçime girebilir” diyerek durumu gene eskiye döndürmüşler.
YSK’nın altı üyesi Yargıtay’dan, beş üyesi Danıştay’dan geliyor.
Hepsi hukukçu.
Peki, bu kadar çok karar değiştiren hukukçulara ve onlara böyle karar değiştirme imkânı veren hukuk sistemine nasıl güveneceğiz?
Bu kararların siyasi olmadığına nasıl inanacağız?
YSK, Sakık onlara gidip sorduğunda neden “eksik belgelerden” söz etmedi?
Niye BDP’lileri hiç uyarmadan onları tuzağa düşürdü?
Neden son anda adaylıkları iptal etti?
Sonra niye “Belgeleri getirsinler adaylıkları geçerli olur” dedi?
Gerçekten sorun “eksik belge” ise niye bunu en baştan Sakık’a söylemedi?
Yaşadığımız bütün bu saçmalıkları kimse “hukukla” izah edemez.
Hele, “adaylıkları yasaya aykırı bulunanlardan” iki tanesinin şu anda zaten milletvekili olduğunu düşünürseniz, işin saçmalığını iyice anlarsınız.
Bu iki milletvekilinin “yasal durumu” aday olmalarına bile imkân vermiyorsa, nasıl milletvekili oldular geçen seçimde?
Bakın, bu ülkede barışın gelmesini istemeyenler var ve her zaman ortalığı birbirine katacak bir gücü de hâlâ ellerinde tutuyorlar.
Kürtler, barış için ardı ardına çok olumlu adımlar atıyorlar.
Öcalan, İmralı’da devletle görüşmeler sürdürüyor ve “müzakere sürecine” zarar verilmemesini istiyor.
PKK, seçimlere kadar ateşkes ilan edip, seçimlerin barış içinde gerçekleşmesine olanak sağlıyor.
BDP, Şerafettin Elçi, Altan Tan gibi isimlerle muhafazakâr kesimlere de açılarak, bütün Kürtleri kucaklayan, Türklere de güven veren çok etkileyici siyasi bir adım atıyor.
Önlerine çıkarılan yüzde on barajına rağmen iyi niyetli hamlelerle sivil siyaset yolunda ilerliyorlar.
Tam bu aşamada YSK neden Kürtlerin önünü kesiyor?
Eğer, “Ne yapalım Anayasa’nın 76. maddesi bunu emrediyor” diyeceklerse onlara sormak lazım, 2007’de Anayasa’nın bu maddesi yok muydu, Kışanak ve Tuncer nasıl milletvekili oldu?
Yirmi dört saat içinde Anayasa mı değişti de “Belgeleri getirsinler adaylıkları devam etsin” açıklaması yapıldı?
Belli ki “birileri” müdahale edip Kürt siyasetçilerin yolunu kesti, başka birileri de müdahale edip o yolu yeniden açmak için bir girişimde bulundu.
Bu hengâmede CHP ve Has Parti, gerçekten alkışı hak eden demokratik çıkışlarla çözüme yardımcı olmak için harekete geçtiler.
AKP ise kendisinden beklenen tepkiyi gösteremedi.
Burası devlet falan değil; Ankara “bela” arayan adamlarla dolu ve istediklerinde o belayı da çıkartabiliyorlar.
Bu ülkenin huzura ve barışa kavuşmasını isteyenlerin çok kararlı davranması, bu devleti, Anayasa’yı, kurumları baştan aşağıya değiştirmesi gerekiyor.
Bu devlet bitti çünkü.
Taraf
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.