Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, YGS’de şifre skandalı ile ilgili yazı yazan gazeteciler için “Bedelini ağır ödeyecekler” sözüne Abbas Güçlü'den yanıt geldi.
İşte Abbas Güçlü’nün bugünkü köşe yazısı:
Gazetecilik zor zanaatmış!
Bir de derler ki eğitim gazeteciliği en kolay olanı. Oysa meşakkatli olanı. Üstelik mayın tarlası gibi. Daha da önemlisi, ne İsa’ya yaranırsınız ne de Musa’ya...
Eğitim gazeteciliğinde 30 yılımı doldurdum. Bir anlamda son 30 yılda, eğitim adına olup bitenlere tanıklık ettim. 10 binin üzerinde makale yazdım. Çoğu da eleştireldi. Niye? Çünkü çocuk ve gençlerimizin çok iyisini hak ettiğine inandım, inanmaya da devam ediyorum...
Bugüne kadar tek yazım tekzip edilmedi. Kemal Gürüz dışında dava açan da olmadı. O davalar da hep lehimize sonuçlandı...
Bugüne kadar yazdığım her yazının ve yaptığım her haberin arkasındayım. Şimdiye kadar hiç kimse, yalan, yanlış, kasıtlı ya da maksadı aşan yazılar yazdın demedi, şu yazdıkların doğru değil diye düzeltme göndermedi. Çünkü yazmadan önce birinci önceliğim hep doğruluk olur. Belgesi olmadan, konuyu kavramadan kalemi elime almam.
Kızdırdığım insanlar hep oldu ama hiçbir zaman amacım o değildi. Görevdeyken beni eleştirenler, daha sonra hep haklıymışsın dediler...
En çok eleştirdiklerimi, zaman geldi en fazla savunan ben oldum. Çünkü hak etmedikleri eleştirilere muhatap oluyorlardı. Vurun abalıya yapılıyordu. Oysa onlar onu hak etmiyordu. İcraatları eleştirilebilir ama kişilik haklarına asla dokunulmamalıydı...
Bugün bize kızan, kırılan ya da gönül koyanlar da çok iyi bilsinler ki, eğer çevrelerinde kendi doğrularını savunacak tek kişi kalmasa bile biz yine hep yanlarında olacağız. Yeter ki haklı olsunlar...
Tek işimiz gazetecilik
80’li yıllarda eğitimin parlayan yıldızı Doğramacı’ydı. 12 Eylül’lü de arkasına alarak üniversitelerde büyük operasyonlar yaptı. Ona göre yaptığı reformdu ama başkaları katliam olarak nitelendiriyordu. İşte bu süreçte, kimi zaman eleştirdik kimi zaman da alkışladık. Eğer onunla ilgili yazdıklarımı, bir başkası için yazsaydım yüzlerce kez mahkemeye giderdi ya da selamı sabahı keserdi. Ama tam aksine en sıcak ilgiyi hep o gösterdi. Dünyanın neresine gitse yazılarımı bir şekilde okur, telefon açar bazen bu öyle değil böyle derdi, bazen de eline sağlık yola devam diye gaz verirdi...
Doğramacı’nın aldığı eleştiriler, kendinden sonra gelen tüm başkanların aldığı eleştirilerin toplamından çok daha fazlaydı. Ama o bunlara kızma yerine yararlanmayı tercih etti. Hoşgörüsü ise hep saygı uyandırdı. Yazarken çok daha titiz olmamızı sağladı...
90’lı yıllarda da Milli Eğitim bakanlarının en çok şikâyetçi olduğu gazeteciydim. Yanlış yazıyorsun diyen yoktu. Onların şikâyeti de niye her gün yazıyorsun, başka işin mi yok yönündeydi.
Oysa benim işim bu. Üzerimde 20 milyon öğrenci ve 30 milyon velinin sorumluluğu var. Gözden kaçan en ufak bir ayrıntı bile birinin geleceğinin heba olmasına neden olur diye kılı kırk yardım.
Bakanlarla dost olunduğunda, haklarında rahat yazı yazılamayacağının çok örneklerini gördüğüm için görevde oldukları sürece hep mesafeli olum. Ama koltuktan düşüp de hiç kimsenin kendilerini arayıp sormadıkları dönemlerde de, belki de tek arayıp soranları ben oldum. Gaz verenler, yağ çekenler ise yeni koltuk sahiplerinin peşine düşmüşlerdi...
ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.